Makale Hakkında[1]

Munzur dergisinin üçüncü sayısında yayınlanmış olan sayın Gültekin’in „Zazaca yazı dili ve grameri üzerine ön çalışma” adlı makalesine ilişkin görüşlerimi belirtmek istiyorum. Aradan bir hayli zaman geçti... Yazıya bu denli geç yanıt vermemin nedeni, derginin elime geç ulaşmasından kaynaklı. Fakat sözügeçen yazının içeriği hala güncelliğini koruduğundan ötürü düşüncelerimi belirtmekte gecikmiş olmadığımı varsayarak yanıt vermek isterim. Sayın Gültekin’in yazısı bircok iddia, ayrıcada birtakım hatalar içermekte. Böyle olduğu yazının ileriki bölümlerinde anlaşılacak.


Sayın M. Bedri Gültekin’i şahsen tanımam, Mesut Özcan’ın Zazaca-Türkçe sözlüğündeki önsözünden, kısa dilbilgisel açıklamasından ve de Türkçe’nin Dünü ve Yarını adlı eserinden bilirim.


Sayın Gültekin’in de yazısının girişinde belirttiği gibi, Zazaca geçen yüzyılın sonunda ilk olarak Avrupalı araştırmacılar tarafından ele alınmıştır (Peter Lerch, 1856). Zazaca’nın, Kürtçe’nin bir lehçesi değil de, başlıbaşına bir Kuzey-Batı İrani dili olduğunu ilk olarak sistematik araştırmalarını kitaplaştırarak ispatlayan Oskar Mann ve Karl Hadank’tır (Mundarten des Zâzâ. Siverek und Kor). Bunun haricinde Diyarbakır ve Siverek Zazacasıyla kaleme alınan iki tane mevlüt yayınlanmıştır: Ehmedê Xasi: Mewlıdê Nebi (1899, Diyarbakır) ve Usman Efendiyo Babıc: Biyayışê Pêxamberi (1906). 1985’te sayın T.L. Todd’dan sonra ise  Zazaca yayın yapmaya başlayan, bu dili geliştirme amacıyla ortaya çıkan dergi çağı başlamıştır (1983: Kızılyol, Ayre, ve sonra Piya; ardından Raştiye, Ware, Kormışkan, Tija Sodıri, ZazaPress vd.). Zazaca üzerine yürütülen araştırma serüveninde son olarak 1998’te yayınlanan iki bilimsel doktora tezi mevcut:

  1. Zılfi Selcan: Grammatik der Zaza-Sprache (Nord-Dialekt) (Zaza dilinin grameri, Kuzey lehçesi)
  2. Ludwig Paul: Zazaki. Versuch einer Dialektologie (Zazaca. Bir diyalektoloji denemesi)

Sözkonusu makalesinden edindiğim genel izlenim şu ki, sayın Gültekin’nin bir “batı” takıntısı var; şu kötülüklerin türediği coğrafya, Avrupa.  Siyasi açıdan birçok noktada benim de batı üzerine olumlu düşüncelerim yok; lakin bilimin, metodolojik araştırmanın batısı-doğusu olur mu? İki kere ikinin dört etmesinin de coğrafik bağlılığı olmadığı gibi. Bedri beyin yaptığı ise, bilimsel eserlerde art niyet aramak. Ezilen, ölümün eşiğine dayanmış bir dili kurtarmaya yönelmiş insanların niyetlerini sorguluyor, “Zaza uzmanları” kavramını daima tırnak içinde belirtiyor ve siyaset yapıyor, ama ne adına? Siyasetle bilimin nerde ayrıştığını iyi bilmek ve ajitasyondan , slogan vari edebiyat yapmaktan uzak durmak gerek; bu tavrın ait olduğu yer akademik bir kürsü değil, siyaset meydanıdır.

Cumhuriyet tarihinden bu yana insanlar bu ülkede Türklük anlayışının dışına çıkan değerler ve olgular üzerine araştırma imkanına sahip değildirler, ki bunun hala cefasını çekmekteyiz.

Zazaca üzerine şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde  tarafsız ve bilimsel çalışmalarda bulunan kaç kişi sayabiliriz; “batı”dan gelen araştırmalara kabul edilebilecek bir alternatif var mıdır?


Sayın Gültekin, batıdan gelen birçok olguya karşı çıkarken, kendisine göre standart dili belirleme kıstaslarına dair ise batı-Avrupa dillerini örnek almış. Neden örneğin Çince, İzlandaca, Farsça veya Kişuaheli değil de, İngilizce, Almanca veya İtalyanca? „Tarihi gerçek” (s.24) diye tarafınca belirtilen, „batı dillerin” tarihi gerçekliğidir.

İnsanlar şimdiki çağda her dili ve şiveyi yazıya geçirip, araştırabilme imkanına sahipken, tarihi tekerrür edip herhangi bir saray dilini dayatmaya gerek yok.

Bütün şiveleri veya çoğunluğu içeren bir dil belirlemenin mümkün olmadığını dile getirmiş. Her dil aynı yapıya, aynı özelliklere sahip değildir. Yazı dilinin belirlenmesinin tarihi sürecine uyulması şart mı; bugün bilimsellik varken? Bütün yollar denenmiş mi ki? Ufuk geniş tutuldukça, beklemediğimiz, belki görmediğimiz şeyler oluşturulabilir. Zazaca’ya örnek olacak ilk akla gelen dillerin ise İrani dilleri olması mantıklıdır. Farsça’nın, Kurmanci veya Sorani-Kürtçeler’in yazı dillerine bakıldığında, özellikle anlaşılır ve de morfolojik ve fonolojik olarak fazla değişime uğramamış kelimeler ve orijinalliğini korumuş gramer halleri tercih edilmiştir. Eski, Oratacağ ve Yeni-Farsça’nın ve de Avesta, Partça gibi İrani dillerinde yazılı eser olması, bundan öte 150 yıl önce yazıya alınan Zazaca ağızları, Zazaca’nın tarihsel gelişimine iyi bir ışık tutmakta.


„Zazaca’da hangi şive standart için baz alınmalı?“ sorurusuna ilişkin kendi görüşüm ise, belirli bir şiveden öte, fonolojik, morfolojik ve dilbilgisel olarak en çok orijinalliğini koruyan varyantları seçmektir. En az değişime uğrayan şiveler ise Siverek-Diyarbakır, Kiği ve kısmen Hozat-Ovacık’ta konuşulan Zazaca’dır. Fonolojik olarak en çok değişime uğrayan ise Palo-Bingöl ve de Mamekiye-Nazmiye-Mazgirt ağızlarıdır. En az deforme olan varyantlar bence çoğunluk için en iyi anlaşılanlardır. Buna dair bir örnek vermek gerekirse, 100-150 yıl önce konuşulan Zazaca’yı o yörede konuşulan bugünki Zazaca’yla kıyaslamak gerek. Bingöl Zazacası 100 yıl içinde bayağı bir değişime uğramış ki, bazıları için anlamakta zorluk yaratmakta; 150 yıl önce yazılanı ise gayet güzel anlaşılabilir.


Zazaca’yı standardize etmeye dair adımlar atan çevreler var (dergiler, akademik çalışmalar ve internet forumu). Dilbilimi değil de, Kürtçülüğü bazan alan bir Zazaca dergide, yayınlanan toplantılar ve bu doğrultuda yürütülen çalışmalara emek sarfedilmişse de, üstüne büyük bir gölge düşmekte. Bilimsel olarak Zazaca’nın başlıbaşına bir dil olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, o dergi, Zazaca’yı bir dil değil, Kürtçe’nin bir lehçesi olarak görmekte. Sözkonusu Kürt siyasetinden soyutlanamamış çevre, özellikle son yıllarda kitap veya dergilerde de çıkan dilbilimsel eserleri dikkate almamakta ve diğer çevrelerden uzak durmakta, onlara herhangi bir yaklaşım da göstermemekte. Sadece „Kürtlük“ adına olan yazılı eserler kaynak olarak verilmekte, ki bu konuda zaten gayrı bilimsel ve de cılız kalmakta...


Standart konusunda ise yöreselliğin kesinlikle korunmasından yanayım. Standart dilin dahası herhangi bir kollektif (örn. dernek, makam, kurum, örgüt vs.)  adına yazılan yerlerde yazılması gerek. Bir dergiyi baz alırsak, bireylerin kendi şivesiyle yazmasını öngörürken, önsözü veya açıklamaları ise dahası herkesin rahat anlayabileceği standart bir dilde yazılması gerek. Bunun dışında, bireysel olup da bilimsel veya gayri-folklorik yazılarda da standart veya daha orijinale yakın varyantllı kelimelerle bir dil kullanmanın yararı vardır diye düşünüyorum. Masal, fıkra, türkü, atasöz vs. gibi folklorik ve yöresel yazılar ise kendi şiveleriyle yazılmadılır. Zaten Zazaca’nın dergi ve yazı dilinde öyle bir geleneğin oluştuğu söylenebilir. Yazı standart dili, yöresel dil kadar ayrıntılı olmadığından dolayı bir bütünlük yakalanılabilir. Lehçeler zaten kolay kolay yok olmaz. Yüzyıllardır dili standardize edilmiş olan ülkelerde hala günümüze dek gelen şive zenginliği mevcuttur.


Gelelim sayın Gültekin’in „Dersim şivesi“ni standart olarak seçilmesini öngördüğü düşüncesine... Evvela şunu belirtmek gerek , „Dersim ağzı“ diye bir ağız veya şive yoktur. Bir Batı-Dersim diyebileceğimiz Hozat-Ovacık şivesi, bir de Doğu-Dersim (Mamekiye, Nazımıye, Mazgirt, Pülümür) şivesi vardır, bunlar Kuzey-Zazaca’sına dahildirler (Zaza-Alevi diyalektleri). Gültekin’in dediği şive ise Doğu-Dersim, özellikle Mameki (Tunceli) merkezinde konuşulan şivedir.


İranolog L. Paul’a göre Zaza dili üç ana diyalektten oluşur:

1. Kuzey-lehçeleri

2. Palo-Bingöl lehçesi

3. Çermik-Siverek lehçesi


Mutki, Sason, Eğil, Kulp, Aksaray gibi şiveler ise yan veya geçiş şiveleridir.

Zaza dili üzerine bütünüyle bir analiz ve araştırma yapmadan „Dersim Zazacasını” seçmek kolaycılıktır (ki, Gültekin niyeyse tam da kendi konuştuğu şivesinin seçilmesinden yana...) ve diğer şiveleri görmezden gelmek demektir.


İlk yazıya alınan, araştırılan Güney Zazacasıdır. Yazılı ürünlerin nerdeyse tamamı, Gültekin’in inandığı gibi Dersim ağzı’ndan ibaret değildir. Eski eser olarak Lice ve Siverek şivesinde iki mevlüt, bilimadamların derlediği hikayeler, Bingöl’de Arapça harfleriyle yazılmış kasideler, Siverek şivesinde onca kitaplar, Varto şivesinde beşyüz sayfalık bir roman mevcut. Dersim Zazacasında da son yıllarda yazılı eserler çoğalmakta.


Sunulan alfabeye gelince, yazı dilini, eğer harf çoğunluğu zorlaştırıyorsa, neden  É ve Á harflerine gerek duyulur?  Bunların hangi şartlar altında C/Ç [dj/tş] seslerine dönüştüğünü sayın Gültekin (s. 26) kendisi açıklamış; yani bir fonetik kuralı vardır bu seslerin. Kuralı bildikten sonra özel harflere ne hacet? Önerilen É ve Á harfleri teknik konusunda da zorluk yaratmakta; ne benim bilgisayarımda var, ne de sanal ortamda böyle harflerin kullanılması beklenilir. Bazı seslerin korunması gerekse, neden nefessiz olarak çıkartılan ph/kh/çh/th sesleri dikkate alınmamış?


Nefessiz (inaspirated) telaffuz edilen sesler Palo-Bingöl Zazacasında da mevcut. Standart dilinde belki gerekmeyebilir; ama insanların kendi dilini öğrenebilmesi için kullanılması kaçınılmaz.


Sunulan „Zazaca Alfabe“, Zazaca’dan ziyade „Dersimce alfabesi“ diye adlandırılsa bu koşullarda daha doğru olur.


Yazım Hataları

Söz ve gramer örneklerine gelince, bu konuda mümkün olduğu kadar hata yapmamak ve deneyimli olmak gerek. Sayın Gültekin’in metninde ve dergide redakte edilen yazılarda epey yazım hatası var. Saymak gerekirse:

  • Zazaca’ya özgün varolan sesleri (i) yutmama sanatına sahip olamama:
    Zazaca’da bazı şivelerde iyi duyulmayan, ama kelimenin sonunda varolan kısa telaffuzlu bir ünlüsü vardır. Palo-Bingöl şivesinde nerdeyse duyulmaz hale gelmesine rağmen, etkisi veya izi görülmekte. Kuzey-Zazaca’yı iyi bilen ve sesleri ayırdedebilen biri ise bu sesin varolduğunu çıkarabilir. Türkçe’de böyle  bir kısa ünlünün varolmayışı, Türkçe’yi ağırlıklı kullanıp da Zazaca anadilli olanlar artık sesi çıkaramaz hale veya sadece kısa ünlün  i’nin ön hecedeki ünlüler üzerine yarattığı etkileşim sesini telaffuz edebilir hale gelmişlerdir. Kısa ünlü i, bu durumlarda vardır:

o        bükümlü hal eril tekil son eki: lacê Heseni; lapa heşi, raa Xozati

o        bükümsüz halde çoğul hal eki: hirê kutıki, çar domani, dı gay

o        dişil, adlarda: tici, saci, hengaji, karpeşi, kardi, hurendi (‘hengajia newiye, kardia thuze, hurendia xo’)

o        ê harfinde hatalar: bıjêk, şêm, torjên, khurebesık

o        e harfinde hatalar: kel, dırveti, khevaniye, kerm, kerge, kemere, karker, gerr

o        idırveti, tumani, jiare (ziare), faşila, kardi, zerfeti, -êni (rındêni), şiax (şüax), ciamerd / cüamerd

Bükümlü hal-, çoğul- veya bazı dişil kelimelerde olan -i, önceki hecede olan -e veya  ünlülerini inceltir gibi etkiler; -ao- ve -u ünlülerinde  ise göçüşme (metathesis) yaratır. Fakat yavaş ve tane tane telaffuz edildiğinde sesin aslı belirir. Ondan ötürü kelimenin aslına sadık kalmak gerek:

çê Hesên değil de, çê Heseni

Lawıka Xozayt değil de, Lawıka Xozati

khudiyê hêş değil de, khudiyê heşi

rıka bayn/boyn değil de, rıka bani/boni

dırvêta mı değil de, dırvetia mı

gêrma doy değil de, germia doy

na-hên (böyle-öyle) değil de nia-heni

qelemi, mordemi, çêveri, defteri, kılıti, sanıki, bostanizımêli vs.

olması gerek!

Böyle olduğu sonucuna varmak pek de zor değil:

a)       Koşaç, yani ek fiil -dır ile talaffuz edildiğinde:
”no veng, vengê astorio; na lınge, lınga kutıkia; ni ardi, ardê Çê Bakhıl; „henio, ewro hirê rocio nêamo”; „çar serrio itaro”; „zımêli
è Koşaç eklendiğinde -i ünlüsü olduğu duyulur (kısa bir y gibi çıkar)

b)       fonetik bir kural olarak bilindiği gibi, Dersim Zazacasında ş, j gibi damaksıl (palatal) sesler, şartlar altında çıkar: s veya z sesinden sonra bir –i ünlüsü geldiği zaman, ş veya -j’ye dönüşür. Ondan ötürü aslen ş olan sesler Dersim veya Kuzey-Zazacasının çoğu ağızlarında s’ye dönüşmüştür; veya, asıl s- olan sesler kısmen de ş’ye dönüşür. Bu özellikten ötürü hêş, yê Hesên, torjen gibi yazılımlar hatalıdır, heşi, Heseni, torjên diye yazılmalıdır.
Örneğin Bingöl veya Varto Zazacasında 1 heş; 2 heşi diye söylenilir, zira kelimede o şivede s/z (dişsel) ünsüzlerine dair fonetik bir kural yoktur ve aslına sadık kalmıştır. Ama Dersim Zazacasında hêş kelimesinin o şekilde olması zaten fonetik olarak mümkün değil; yani ortada bir ş varsa, mutlaka onu o ş veya j sesine dönüştüren bir olması gerek: heşi, goji, saci (soji)...
Ayrıca a veya o seslileriyle biten eril kelimelerin tekil bükümlü veya yalın çoğul halinde sonuna y yani, seslisini alması da fonetik olayın gerçekliğini kanıtlar: çermê gay, gılê koy.

       

İfade ve Kavram Hataları

Zazaca’da bir adın aidiyeti veya sıfatı iyelik eki (izafe) ile belirlenir (‘cins edatı’ değil)[2]. Eril tekil iyelik eki Zazaca’da, Gültekin’in ifade ettiği gibi –e değil, ’dir.

İyelik ekinin eril tekil veya çoğulda –ê olduğunun da kanıtlanması mümkün. Örneğin Ovacık’ın bazı şivelerinde veya Mameki’ye bağlı olan Xêçe köyünün ağzında k / g ünsüzlerinden sonra i veya ê ince ünlülerin etkisiyle k / g ünsüzleri ç / c’ye dönüşür[3]:

kutıkê verê kêberi                  :           kutıçê verê çêberi

kênekê mordemeki                 :           çêneçê mordemeçi

hemgênê kê khalıkê mı                       :           hemcênê çê khalıçê mı

Örneklerde görüldüğü gibi, Kuzey-Zazacasında eril ve çoğul iyelik eki ê’dir


Dilbilgisel Hatalar

Dişil adlar Kuzey-Zazacasında daima ünlüyle biter, hiçbir dişil sözcük ünsüz bitmez:

-       -e/-ı: cênıke, germıke, milçıke, ağainı

-       -i: kardi, tici, hengaji, germi, dostêni, ciranêni

-          -a: manga, danga, balişna


Zazaca’nın Halleri

Zazaca iki halden oluşur. -i, -e, -de, -den; Türkçe’nin halleridir, Zazaca’nın halleri değildir. Zazaca’da yalın hal (Casus Rectus) ve de bükümlü hal (Casus Obliquus) mevcut .[4]


İlgeçler

de, ra, ro; hal sonekleri değil, başlı başına kelimelerdir, ilgeçtir (postposition). Ondan ötürü addan sonra ayrı yazılması daha doğrudur: welat de, inu de, koti ra, sıma ra, uca ro, da mı ro


İşaret Zamirleri

Eril, dişil ve çoğul işaret zamirleri yalın ve bükümlü hallerde şöyledir:

yalın hal:                                                             bükümlü hal:
eril:        
o / no     çoğul: i/ni (ê/nê)                 ey/ney                   ninu, nainu (ni mordemu)
dişil:       a / na                                                     ae / nae


Sonuç Yerine

Sözlük önsözünde birkaç sayfa gramer yazmakla „ön çalışma” yapılmaz. Ön çalışma diyebileceğimiz Zılfi Selcan’ın 700 sayfalık, Ludwid Paul’un 300 sayfalık eserleri var. Dile dair araştırmalara katkıda bulunmak bizlere düşen bir hizmet iken, bu konuda yargı ve karara varma bence dilbilimcilere ve bu dalda emek verenlere düşer.

 

[1] Bu makale M. Bedri Gültekin’in bahsedilen yazısına yanıt olarak Munzur Dergisi’ne de gönderilmiştir.

[2] Osmanlıca’dan bildiğimiz bazı kelimelerdeki –i izafesi Farsça gramerinden gelmedir. Nitekim Farsça’da –i / -ı (kesre) izafesi ile hem (eril ve dişil) iyelik, hem de sıfat belirtir: diyar-ı gurbet (gurbet diyarı) ; Çeşm-i Siyâh (kara göz)

[3] ayrıca Mameki ağzında k ve g ünsüzleri biraz ince telaffuz edildiğinden ötürüdür ki, ünsüzlerden sonra gelen e / ı ünlüleri kulağa ê / i gibi gelir, fakat aslen e veya ı’dır: germ, gırê da, kerm, kıvar vs. Verilen örneklerde de görüldüğü gibi, belirli sözcüklerden gerçekten bir ê veya i olsaydı, adıgeçen şivelerde muhakkak ç/c’ye olan bir ses dönüşümü belirirdi.

[4] ünlenme hali olarak bilinen (vokativ), kimi dilbilimcilerince başlıbaşına bir hal olarak görülmez. Örnek: Waê, daê! Heso! Ciranenê!