Mehmet Bayrak’ın, 28 Nisan 2010 tarihinde “Dersim-Horasan Hattının Bilinmeyen Tarihi“ adlı bir makalesi yayınlandı. Bu makalede elbette doğru yanlar da vardır. Ama bilimsel bir bakış açısıyla değil, milliyetçi bir bakışla kaleme alındığı hemen anlaşılmaktadır. Söz konusu olan milliyetçilik ise, malum Kürt milliyetçiliğidir. Milliyetçiliğin farklı biçimleri vardır. Eğer kendi halkının ulusal duygularını doğal haliyle dile getiriyorsa, bu yurtsever bir milliyetçiliktir. Bu yurtseverlik zararsızdır, doğaldır. Etnik kökeninin, orijininin doğal yansımasıdır. Ve fakat bu milliyetçilik, kendi ulusunun özelliklerini abartır, üstünlüklerini uluorta her yerde dillendirir ve başka halkları küçümserse, o durumda yurtsever olmaktan çıkar. Yurtsever olmaktan çıkan milliyetçilik ne olur, nereye varır? Irkçılığa, şövenizme ve giderek faşizme varır. Buna genellikle aşırı milliyetçilik denir. Aşırı milliyetçilik, milliyetçiliğin en koyu biçimidir; saldırgandır, inkarcıdır. Şüphesiz ki, milliyetçiliğin farklı tonları, farklı renkleri vardır. Bu renklerden biri de ‘ılımlı‘ milliyetçiliktir. Ilımlı milliyetçilik, sonuç itibari ile milliyetçiliktir ama daha mülayimdır. İşte Mehmet Bayrak, bu mülayim Kürt milliyetçilerinden biridir.
M.Bayrak makalesinde İran, Mezopotamya, Anadolu coğrafyasında yetişmiş ne kadar muhalif varsa onları toptan ve peşinen Kürt ilan ediyor. Eba Müslim-i Horasaniyi, Ebul Vefa’yı, Şah İsmaili ve diğerlerini. Aslında bunda yeni bir şey yok. Faik Bulut ve rahmetli Cemşit Bender bunları yıllar evvel ‘Kürt‘ ilan edivermişlerdi. Ama hangi Kürt? Kürt denince benim aklıma, Kurmanclar geliyor. Bir de kendini son yıllarda Kürt ilan eden Soranlar! Kurmancların takriben yüzde 80, Soranların neredeyse tamamı Sünni Müslüman. Evet, Kürt veya Kürtler deyince, ilk önce bunlar anlaşılır. Tarihi serüvende Şeddadiler, Eyyübiler, Mervaniler akla gelir. Ünlü Kürt şahsiyetlerinden Selahattin Eyyübi, İdris-i Bitlisi, Şerefhanlar, Bedirhanlar akla gelir. Bunlar, İslamın kılıcı rolünü oynamış, Türklerin ve Araplar’ın vasalı olarak cihada katılmışlardır. Kürtlerin küçük bir kesimi, yüzde on-onbeş kadarı bugün Alevilik olarak kabul gören inanca bağlıdır. İzol, Canbegan, Şadan gibi aşiretlerin birer koluyla Xıran, Butan, Pilvenk gibi aşiretler Kurmanci konuşan Kürtler’dir. Bunlar tarihte ‘Kızılbaş taifesi‘ içinde sınıflandırılmıştır. Ve fakat Kürtler bunları, Kürt olarak kabul etmemişler, Kürt saymamışlar. Şerafname adlı Kürt tarihinin yazarı Şerefhan onları, ‘İran ajanları‘ olarak nitelendiriyor. Ezidiler de (Yezidiler) de, tıpkı ‘Kızılbaşlar‘ gibi tarihte Kürt kabul edilmemiştir. En büyük Ezidi katliamları, Kürtler tarafından, - doğrusu Sünni Kürtler tarafından- gerçekleştirilmiştir.
Hadi diyelim ki, Kürtler uluslaştı, uluslaşıyor ve Aleviler (Kızılbaş) ile Ezidileri de içine alarak Kürt ulusu olarak hareket ediyorlar. Peki bu Alevi (Kızılbaş) Kürt aşiretleri ile Eba Müslim’in, Ebul Vefa’nın, Şah İsmail’in ne tür bir ilişkisi var? Hurremiler ile Kürtler arasında ne tür bir ilişki vardır? Ehl-i Hakk’ın ve bu inancı savunan Goranların Kürtlerle ne alakası var? Lurların, Goranların İranistik açısından Kürtlerle bir alakası olmadığı ispatlanmışken, bu halkları Kürt ilan etmek, kültürlerini yok saymak inkarcılık değil midir? Açıktır ki, bir Arap yazarın Eba Müslim-i ‘Kürt‘ diye yazması da, onun Kürt olduğuna kanıt sayılamaz. Çünkü, Araplar da, tıpkı Osmanlılar (Türkler) gibi, bütün konargöçerleri, hatta kendilerinden olmayan bütün diğer halkları Ekrad diye nitelendirmişlerdir. Ekrat’ın bir anlamı Kürtler ise de, diğer bir anlamı konar-göçer demektir. Yani Ekrad adı geçen her yerde ‘aha Kürtler‘ diye bağırmanın bir anlamı yoktur. Eba Müslim-i Horasani’nin, bir kalem darbesi ile ‘Eba Müslim-i Kurdi‘ ilan edilmesinin Türk milliyeçiliğinin mantığından ve yöntemindan ne farkı var. Dahası, bu açık bir şekilde Türk milliyetçiliğinin kopyacılığıdır. Şıracının şahidi, bozacı misali, M. Bayrak da M. Çem’i gösteriyor. Fakat, birbirini yalancı şahit göstereceklerine, söz konusu metinleri tahrif etmeden, olduğu gibi çevirip yayınlasalar daha makbul ve inanılır bir iş yapmış olacaklar.
Ebubekir Pamukçu ve Zazacılık Meselesi
M. Bayrak makalesinde bir yandan sözde milliyetçiliği teşhir ederken, diğer yandan da miliyetçilikten ağulananlara örnekler veriyor. Ama aslında art niyetli davranıyor. Bir nevi kurnazlık. Asıl niyeti Zaza sorununda, Zazalar konusunda tavır takınmak. Malum, son dönemde Zaza düşmanlığı, Zazaların inkarı, Zazaların Kürtlüğü meselesi epeyce tartışma konusu. Şöyle diyor:
“Bunun tipik örneklerinden biri de, bir dönem Devlet güdümlü „Zazacılık“ akımına öncülük eden Urfa/Siverek kökenli Zaza-Kürtler’den Ebubekir Pamukçu’dur. İsveç’e çıktıktan sonra, Devletle anlaşmalı olarak „Zazacılık“ akımına öncülük ettiğini itiraf eden Pamukçu, aynı zamanda şairliği de olan eski Türkçülerdendir. Türk görevlilerin, kimi etkinliklerde hamaset nutuklarına da malzeme olan ve ulusal bayramlarda radyolarda okunan Türk-İslam Sentezci bu şiirlerden iki küçük örnek şöyle” diyerek E.Pamukçu’nun 1970 yılında yayınlanmış ‘Kurtuluş Savaşı‘ adlı kitabında yer alan şiirlerinden “iki küçük“ bukle aktarıyor.
M.Bayrak’ın bir paragraf içinde yer verdiği iddialar şunlardır:
1. Zazacılık devlet güdümlüdür,
2.E.Pamukçu, Zazacılık akımını, devletle anlaşmalı olarak oluşturmuştur,
3.E.Pamukçu, eski Türkçülerdendir.
Zazalık ve Zazacılık Meselesi
Öncelikle, ‘Zazacı‘ ve ‘Zazacılık‘ kavramlarını reddediyorum. Bundan kast edilen Zazaların ulusal haklarının savunulması olsa bile, bu terimler, milliyetçilik kokuyor. Tıpkı Türkçülük ve Kürtçülük gibi. Bir ulusun varlığını savunmak, milliyetçilik değildir. Türkler, Kürtler, Zazalar veya diğer uluslar bir olgu olarak vardır. Kimse bunların var olduğunu söylediği zaman milliyetçi olmaz. Bu, bir tespittir. Bu bakımdan, Zazaların bir ulus olarak var olduğunu söyleyenler Zazacı olarak nitelendirilemeyeceği gibi, Zaza sorunu da ‘Zazacılık‘ olarak nitelendirilemez. Türkçülük ve Kürtçülük, Türk ve Kürt ulusal varlıklarından ayrı ve milliyetçi bir akım olarak vardırlar. Bu terimler, bu yüzden kullanılmaktadır. Yeni yeni filizlenmekte olan Zaza ulusçuluğu da, doğal olarak milliyetçi öğeler ve özellikler taşıyacaktır, taşımaktadır. Ama sırf olgu olarak Zazaların varlığını ve ulusal haklarını dile getirdikleri için Zazacı ve Zazacılıkla nitelendirilmeleri gerçekçi değildir.
Zaza Sorunu ve Zaza Ulusal Hareketi
Gelelim birinci iddiada dile getirilen ‘devlet güdümlü Zazacılık‘ meselesine. Bunun, doğru bir tespit olmadığı ortadadır. Devletin, ‘Zazacılık‘ şeklinde bir akım yarattığı tümüyle yalandır. Zaza sorununun varlığı, tarihsel bir olgu olarak gündeme gelmektedir. Bu sorunun kaynağı, Zazaların Kürtlerden ayrı olan özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Zazalar ve Kürtler, yüzyıllardır yanyana, çoğu yerde içiçe yaşadıkları halde, farklılıklarını korumuş, bugüne kadar gelmişlerdir. Bazı bölgelerde erime, kaynaşma, asimile olma şeklinde birbirine karışma söz konusu olsa da, asıl olan ya da bugüne taşınan şey, farklılıkların korunmasıdır. Kürtler, neredeyse ikiyüz yıla yakın bir süredir, kendi farklılıklarının farkındadırlar. Hatta Ahmedê Xani veya Şerafhan gibi kişilerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda bu süreç daha da eskilerden başlatılabilir. Kürtlük açısından, ulusal bir hareket olarak yüzyılı aşkın bir süreç yaşanmıştır. Ama Zazalarda ulusal ögeler çok zayıftır. Her ne kadar kendi etnik özelliklerini yer yer sergilemişlerse de, bunlar, Zazalık anlamında ulusal bir harekete dönüşememiştir. Örneğin, katılım olarak Şeyh Sait İsyani’nın tabanını yüzde seksen, seksenbeş oranında Zazalar teşkil etmiş olmasına rağmen, hareket, bir Zaza Ulusal Hareketi değil; bir Kürt Ulusal Hareketi’dir. Şeyh Sait İsyanı’nın bir Zaza Ulusal Hareketi olduğunu söyleyen bütün iddialar, birer abartıdır. (İddia sahiplerine bu konuda Robert Olson’un Kürt Milliyetçiliğin Kaynakları ve Şeyh Sait İsyanı adlı kitabını, özellikle okumalarını tavsiye edebilirim). Aynı şekilde Koçgiri direnişinde de Kürt ve Kürtlük teması, öndedir. Her ne kadar hareket, sadece Alevi inancına sahip mensup nüfus ile sınırlı kalmış ise de, hareketin önderlerinin Kürt milliyetçi çevreleri ile olan ilişkileri, Kürt ulusalcılığı temelindedir. (Bu arada belirtelim ki, R. Olson’un Koçgiri’de, ‘… daha çok isyan edenler Zaza‘lardı“ ve “Koçgiri İsyan’ına hem Sünni hem Alevi aşiretler katıldılar“ belirlemeleri birer yanılgıdır, (age, s.64). Koçgirililerin çoğunluğu Kurmanci (Kürtçe); küçük bir kesimi ise Zazaki (Zazaca) konuşur. Koçgiri direnişine sadece Alevi inancına mensup olanlar katılmıştır; hiçbir Sünni aşireti yer almamıştır).
Dersim 37/38 Direnişine gelince. Dersim Direnişinde, Kürtlük etkileri yok denecek kadar azdır. Kürt milliyetçiliğini savunan M.Nuri Dersimi’nin Dersim Direnişin’de hiç bir rolü olmamıştır. N.Dersimi, Dersim’de bir ‘sığıntı‘ olarak kalmış, Kürtlük ve Kürtçülük hayalleri boşa çıkınca, devlet tarafından kendisine verilen Elazığ’daki çiftliğine çekilmiş, rahat ve güvende olmadığını hissedince orayı da terk etmiştir. Alişer Efendi’nin ise, Seyit Rıza’nın yanında kaldığı ve direnişçi Dersimlilerin yaklaşımına saygı göstermiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan Dersim Direnişi, Koçgiri ve özellikle Şeyh Sait İsyanı’ndan oldukça farklıdır. Dersim Direnişi, tabii ki ne sadece etniksel (Zaza) ve ne de sadece inançsal (Alevilik) olarak tek yanlı değerlendirilemez. Dersim Direnişi, bu iki ana özelliğin, etniksel (Zaza) ve inançsal (Alevilik) kimliğinin ortak bir ifadesidir. Zaten, Dersim kimliğini de bu iki ana özellik belirler. Dersim Direnişi’nde yer alan bütün nüfus, bütün aşiretler Zaza’dır ve Zazaca -(kendi deyimleri ile Kırmanc’tır ve Kırmancki)- konuşmaktadırlar. Kurmanci (Kırdaşki:Kürtçe) konuşanlar da, harekatın sonuçlarından zarar görmüşlerdir ama bunlar, direnişe katıldıkları için değil, Dersim’in devlet tarafından kontrolünün sağlanması politikasının sonuçlarıdır. Hani derler ya, ‘kurunun yanında yaş da yanar‘. Bunlar gibi bazı Alevi Zaza aşiretleri de aynı akibete uğramıştır. Ayrıca Dersim Direnişi, Şeyh Sait Hareketi gibi, bir isyan değil; bir savunma ve teslim olmama hareketidir.
Modern anlamda Zaza ulusal özelliklerinin şekillenmesi, 1980’lı yılların ikinci yarında başladı. Bunu tetikleyen başlıca etkenler şöyle sıralanabilir:
1.Avrupa’da yoğun bir Dersim-Zaza aydınlanmasının yaşanması,
2.Kürt Ulusal hareketinin mücadelesi ile kamuoyunun gündemine oturması ve Zazalara etkisi, (Bu etki, bazı çevrelerin abarttığı gibi sadece PPK’nın başlattığı silahlı mücadele ile sınırlı tutulamaz. Özellikle Güney Kürdistan’da süren mücadele, Halepçe katliamı ve akabinde Birinci ve İkinci Körfez savaşlarından sonra yaşananlar Zaza aydınlanmasında önemli rol oynamıştır),
3. Doğu Avrapa ülkelerindeki çözülmelerden sonra yaşanan çıplak gerçekler,
4.Bütün bunların yaptığı etki, ülkedeki yeni gelişmeler ve tarihsel bilinç ile birleşince bir Zaza ulusal bilinci adım adım oluştu ve gelişti. Görüldüğü gibi bütün bu olaylar ve olgular birbine bağlıdır ve birbirini besleyerek etkilemiştir. Bu etkiler ve nedenler, daha farklı da ifade edilebilir ve daha başkaları da eklenebilir ama öz olarak durum budur.
Şüphesiz ki bu durum, tarihsel bir sürecin sonucunda şekillenmiştir. Özellikle dilimizin yok olmaya doğru gidişi, insanlarımızın sürülmesi ve topraklarımızın insansızlaştırılması, bir arayışa ve ulusal bir bilincin uyanmasına neden oldu. Ama Zazalar, darmadağınıktı. Halkımız gibi Zaza aydınları da Türkiye’nin ve Avrupa’nın çeşitli metropollerine dağılmıştı. Zaza aydınlanması ve örgütlenmesi, birbirinden ayrı ve birbirinden bağımsız başladı ve uzun bir zaman da birbirinden kopuk olarak sürdü.
Zaza aydınlanmasında ilk çalışmayı başlatan odaklardan biri Ebubekir Pamukçu ve çevresidir. E.Pamukçu’nun Ayre ile başlayıp Piya ile süren çalışması, Zaza Ulusal Hareketi’in oluşmasında ve gelişmesinde belirleyici bir yere ve öneme sahiptir. O’nun İsveç’de Ayre ve Piya dergileri ile başlatıp sürdürdüğü çalışmalar, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki Zaza aydınlarını da şu veya bu şekilde etkiledi.
Almanya merkezli Ware ve Tijia Sodiri ile başlayan çalışmalar Serbestiye ile sonuçlandı. Aynı şekilde, bir kısım Zaza aydını da çalışmalarını Kormişkan, Zaza Press gibi dergiler çevresinde sürdürdü ve daha sonra Zaza Ulusal Kongresi adlı örgütlenme girişiminde bulundular. Bu arada Desmala Sure çevresinin yürüttüğü çalışmalar, önceleri ayrı yürürken; daha sonra Ware çevresindeki çalışmalarla bir süreliğine birleşti ama kısa bir süre sonra tekrar ayrıştı. Bugün de Zaza çevreleri hala dağınık ve bir merkezden yoksun olarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar.
E.Pamukçu’nun Türkiye’de iken, poliste yaşadığı bir olay vardır. E.Pamukçu, kendi deyişiyle, polisle bir ‘kumar oynamak‘ zorunda kaldığını belirtmektedir. Fakat, kendisine yardım eden X adlı Kürt örgütü, O’nu, yurtdışına çıkarır. Yine, kendi ifadesi ile bu kumar olayını söz konusu örgütün ileri gelenleri ile paylaşır; yani bizzat kendisi olayı dile getirir ve açıklar. Konu ile ilgili kitap düzeyinde yazı hazırladığını, çeşitli nedenlerden ötürü yayınlayamadığını ancak söz konusu X örgütünün ileri gelenlerinin bu yazılardan ve gelişmelerden haberi olduğunu belirtir. (Bu konuları ele aldığı iki yazısı, Piya dergisinin 10.sayısında ‘Biraz da Biz Konuşalım‘ ve 14.sayıda ‘Veda Mesajı Gibi Bir Şey‘ başlıklı yazılarda işlenmiştir. Belki, konu ile ilgili benim göremediğim, daha başka yazıları da vardır. Çünkü, Piya’nın bazı sayılarına ulaşamadım). E.Pamukçu, yaklaşık iki yıl sonra, Eylül 1985 yılında Ayre dergisinin ilk sayısını yayınlar. Bu, tarihten sonra X örgütünün kendisi ile ilişki içinde olan temsilcilerinden Mehmet Piran (M.Malmısanıj) mahlaslı Mehmet Tayfun’un ‘MİT ajanı‘ olduğuna dair asılsız iftiralarına uğradığını belirtir.
Burada kısaca özetlemek gerekirse, bu ‘ajanlık‘ olayı şudur: E.Pamukçu, kendi deyimi ile polisle bir ‘kumar‘ oynuyor yani Kürt örgütleri -ve belki de ileri gelenleri- hakkında polise bilgi vereceğini kabul ediyor. Bu kabul üzerine yapılan anlaşma ile salıveriliyor. Salıverildikten sonra E.Pamukçu kaçarak gizleniyor ve daha sonra da yurt dışına çıkarak olayı, kendisine yardım eden Kürt örgütünün ileri gelenlerine anlatıyor. Kendileri ile beraber iken E.Pmaukçu’ya sahip çıkan örgüt, kendilerinden ayrı hareket edip Ayre dergisini çıkarınca tavır alıyor ve O’nun polisle işbirliği yaptığını, sözde ‘ajan‘ olduğunu ifşa etmiş oluyor. Burada sahtekarlık ve çifte standart olduğu ortadadır. Kendileri ile beraber iken ajan olmayan biri, kendilerinden ayrı hareket edince ajan oluveriyor. İşte, Kürt milliyetçilerinin ve M.Bayrak’ın dillendirdiği olayın aslı budur. Mehmet Piran mahlaslı Mehmet Tayfun’un başını çektiği bu komplo, daha sonra Kürdistan Press çevresi ve diğer Kürt milliyetçileri tarafından dillendirildi ve bunun üzerinden teoriler üretildi. Bu teorilerin temelini ise, ‘Zazacılığın devlet güdümlü‘ ve devlet tarafından yaratıldığı yalanı oluşturmaktadır.
Zaza Ulusal Hareketi Devlet Güdümlü müdür?
Kürt ırkçılarının ve bilimum Kürt milliyetçilerinin ve bu arada M.Bayrak’ın sarıldığı yalan, Zaza Ulusal Hareketi’nin, onların deyimi ile Zazacılığın devlet güdümlü ve devlet tarafından yaratıldığı, sevk ve idare edildiği iddiasıdır. Böyle bir yalanı tartışmak bile, abesle iştigaldir. E.Pamukçu’nun farklı bir yönelim izlemiş olmasının, söz konusu olayı açıklamasının hemen sonrasına rastlaması bir talihsizliktir. Başka bir yolu ve yöntemi olabilir miydi? E.Pamukçu’nun içinde bulunduğu şartları bilemiyorum. Ancak, herkes gibi E.Pamukçu da yeni düşüncelerini biran önce komuoyuna sunmak istiyordu ve nitekim bunu yapmıştır. Diğer bir talihsizlik ise, E.Pamukçu’nun yakalandığı amansız hastalık sonucu, kısa sürecek bir çalışma ve mücadeleden sonra yaşamını yitirmesidir. E.Pamukçu politik bir insandır ve şüphesiz ki dokunulmaz değildir. Politik insanların, düşüncelerinin eleştirilmesi gayet doğaldır. Ancak rakipleri, O’nun düşüncelerini eleştirmek yerine, kendisinin açıkladığı ve özeleştirisini yaptığı bir olay üzerinden, O’nu ve davasını karalamaya çalışıyorlar.
E.Pamukçu’nun polisle ‘kumar oynama‘ya kalkışması, tabii ki yanlıştır. Bunun savnulacak bir yanı da yoktur. Ancak, bu yanlışlığı E.Pamukçu’nun bizzat kendisi açıklamış ve hatasını kabul etmiştir. Bu, erdemli bir davranıştır. Eğer, E.Pamukçu gerçekte ‘ajan‘ olsaydı veya kabul ettiği gibi bilgi verseydi, kimse bunu bilmeyecekti. Ama O, olayı açıkladığı için ‘ajan‘ ilan ediliyor. Bunun ise, samimiyetle alakası yoktur.
Sonuç olarak şu söylenebilir: E.Pamukçu’nun, ‘ajanlık‘ iddiası, tamamen iftiradır, yalandır. Aynı şekilde Zaza davasının, Zaza ulusal sorununun devlet tarafından yaratıldığı, devlet güdümlü olduğu iddiası da yalandır, iftiradır ve gerçeklerin inkarıdır.
Zaza ulusal sorununun gündeme gelmesi, tarihsel koşulların bir sonucudur, objektif ve subjektif şartların bir yansımasıdır. E.Pamukçu olmasaydı da, Zaza ulusal sorunu, Zaza davası eninde sonunda gündeme gelecekti. Belki biraz daha gecikirdi ama mutlaka gündeme gelecekti. Yukarıda süreci özetlemeye çalışırken, Zaza aydınlanmasının birbirinden bağımsız ve birbirinden ayrı ayrı oluştuğunu belirtmiştim. Şahsen ben, kendi açımdan -abartmaksızın- söyleyecek olursam, E.Pamukçu’nun hiçbir yazısını okumadan, Zazaların Kürtlerden ayrı bir etnik grup olduğu, Zazaca ile Kürtçe’nin bir ve aynı dil olarak nitelendirilemeyeceği bilincine, kendi çabalarımla ulaştım. (Belki bir gün başka bir yazıda, konuyu detayları ile kaleme alabilirim. Ancak böyle bir yazıda, izlediğim süreci anlatmayı gereksiz görüyorum, fakat, süreci bilen ve beni yakından tanıyan dostlarım biliyorlar). Tabii ki, E.Pamukçu’nun yazılarından daha sonraki süreçte oldukça yararlandım. Muazzam bir bilgi birikimi ve hayranlık uyandıran bir çaba ile kısa zamanda binlerce sayfa tutan yazılar, çeviriler ve roportajların yer aldığı emeğin sonucu Ayre ve Piya dergilerinde somutlaşmıştır.
Zaza ulusal davasının, Zaza sorunun E.Pamukçu’nun ‘ajan‘ olduğu varsayımı ile yok sayılması kabul edilemez. Zazalar, ayrı bir halk, ayrı bir etnik topluluk olarak yüzyıllardır vardır ve var olacaktır. Zazaların varlığı bir olgudur. Olgular ise var olan gerçeklerdir. E.Pamukçu, Zazalar vardır dediği için Zazalar var olmadı. Zazalar, daha önceden de vardı. E.Pamukçu’nun yaptığı, Zaza halkının varlığını, Kürtlerden ayrı etnik bir grup oluşturduğunu bilince çıkarmasıdır. Esasında bu durum yani Zazaca’nın Kürtçe olmadığı ve Zazaların Kürtlerden farklı İrani bir topluluk olduğu gerçeği, yirminci yüzyılın başında O.Mann tarafından tespit edilmiş olup K.Hadank tarafından da geliştirilmiştir. E.Pamukçu’nun ve bugün Zaza aydınlarının yaptığı şey, bu olguyu bilince çıkarma ve geliştirme olmaktadır.
Bir halkın varlığını savunmak, bunu bilince çıkarmak neden ajanlık olsun? Kürt milliyetçileri ve bilimum inkarcılar, sağa sola ucuz laflarla ajanlık payesi dağıtacaklarına, Zazaların ayrı bir halk olmadığını, ayrı bir etnisite teşkil etmediğini, kısacası Zazaların var olmadığını ispat etsinler.
Kürt milliyetçileri ve bilimum inkarcılar, Zazaca diye bir dil olmadığını ispat etsinler. Zazaca konuşanlar ile Kürtçe konuşanların neden birbirini anlamadığını, neden üçüncü bir dil üzerinden iletişim kurmak zorunda kaldıklarını izah etseler daha mantıklı olmaz mı? Birbirini anlamayan, aynı dili konuşamayan insanların, bir ulus oluşturabileceklerini ispatlasınlar. Açıktır ki, Kürt milliyetçileri ve bilimum inkarcılar, ne Zazaların ve ne de Zazaca’nın olmadığını ispatlayamazlar. Bunu ispatlayamadıkları gibi inkarcı davrandıkları müddetçe de, yalancı ve müfteri olmaya, ırkçı-şöven olmaya mahkümdurlar.
E.Pamukçu’nun, geçmişte ‘Türkçü‘ olduğu meselesine gelince. E.Pamukçu, bu durumu kendisi izah etmiştir. Bu gayet ikna edici ve samimi bir yaklaşımdır. Keşke herkes, kendi hatalarına karşı aynı samimiyeti gösterse ve özeleştirisini yapsa. E.Pamukçu’nun açıkladığına göre, bu şiirler 1969’a kadar olan süreçte yazılmış ve 1970’in başlarında da kitap olarak basılmıştır. Keşke yazılmasaydı ve kitap olarak basılmasaydı! O, zaman Kürt milliyetçilerinin elinde bir ‘koz‘ daha eksik olacaktı. Ama bunlar yazılmış ve E.Pamukçu bunları dile getiren milliyetçi ideolojiyi kendisi eleştirerek özeleştirisini yapmıştır. Kendisinin hata olduğunu tespit ettiği bir durumu ‘eleştirmek‘ ne kadar eleştiridir; ne kadar etiktir? M. Bayrak, bu soruyu kendisine sormalıdır. Daha önce F.Bulut da ‘Kürt Dilinin Tarihçesi’nde konuyu aynı yaklaşımla dile getirmişti. Ama M.Bayrak’ların doksanlı yıllarda gördüklerini, E.Pamukçu çok daha önceki yıllarda görmüş ve dile getirmiştir. Mesela M.Bayrak, F.Bulut gibi Kürt milliyetçileri yetmişli veya seksenli yıllarda Kemalizm, Kürt sorunu, vb konularda ne savunduklarını samimi bir yaklaşımla ortaya koyabiliyorlar mı? Ben M.Bayrak’ın yazılarını doksanlı yıllarda gördüm, öncesinde değil. O dönemde bile M.Bayrak ve Faik Bulut, D.Perinçek’in müritliğini yapıyorlardı. İki bine doğru ve Yüzyıl dergilerindeki yoldaşlıklarının çok eski olduğu söylenebilir mi? Ayrıca şöyle bir olgu vardır: İnsanlar, yaşadıkları ortamda şekillenirler. Türkiye’de aydınlamanın başlıca mekanları okullardı. Ve bunların başında da yatılı okullar, öğretnmen okulları geliyordu. Buralara giden insanların Kemalizmden etkilenmemiş olması mümkün gözükmüyor. Etkilenmemiş istisnalar var mı? Belki ama onlar da istisnadan öteye gitmez. İstisnalar ise, kaideyi bozmaz.
E.Pamukçu’nun, fi tarihinde ‘Türkçü‘ olması, O’nun daha sonra ‘Kürtçü‘ ve nihayetinde ‘Zazacı‘ olmasına engel olmamıştır. Bu durum, doğanın diyalektiğidir. Her şey, doğar, gelişir ve değişir. Ve hatta zıddına dönüşür. Değişmeyen, tek şey varsa o da değişimdir. M.Bayrak’ın ve inkarcı Kürt milliyetçilerinin kavramadığı, kavramamakta ısrar ettiği şey, bu basit diyalektik kuraldır. E.Pamukçu’nun geçmişinde Türkçülük olması, O’nun ‘Zazacı‘ olmasına engel oluyor da, daha önce Kürtçü olmasına neden engel teşkil etmiyor? İşte, Kürt milliyetçilerinin çifte standardı. E.Pamukçu Kürtçülük yaparken iyiydi, hastı ama Zazacılık yapmaya başlayınca tu kaka oldu.
E.Pamukçu konusunu burada noktalamak istiyorum. E.Pamukçu’nun ajanlığı meselesi iftiradan öteye geçmemektedir. Kürt milliyetçileri ‘ajanlık‘ iftirası ile bir halkın varlığını inkar etmekle kalmıyorlar, Zaza ulusal hareketini, Zaza ulusal davasını boğmak istiyorlar. Esas amaç budur. Çünkü Zaza ulusal hareketinin dağınık, örgütsüz ve zayıf olduğunu görüyor ve biliyorlar. Vurun abalıya! Ama yanılıyorlar. Bu geçicidir. Zaza aydınlanması, Zaza ulusal bilinci derinden derine gelişiyor ve her geçen gün daha da güçlenerek sürüyor. Ancak bu durum, Kürt milliyetçilerinin yalan ve iftiralarına karşı sessiz kalmayı, onların eline koz vermeyi gerektirmediği gibi onların ellerindeki kozları alarak ıskartaya çıkarmayı zorunlu bir görev kılmaktadır.
Zaza ulusal hareketine, Zaza davasına ‘ajanlık‘ suçlamaları yalnızca E.Pamukçu üzerinden gelmemektedir. Suçlama konusu olan ve suçlananlardan biri de Hayri Başbuğ ve yazdıklarıdır. Bu durumun bilince çıkarılması ve daha fazla geciktirilmeden doğru tavrın takınılması bir zorunluluktur.
Google de Hayri Başbuğ yazdığınızda karşınıza çıkan ilk yazı, meşhur ‚‘İki Türk Boyu Zaza ve Kurmançlar‘ olmaktadır. Ayrıca Hayri Başbuğ’a ait Göktürk-Uygur Zaza-Kurmanc Lehçeleri (Üzerine Bir Araştırma) ile Yezidilik İnancı adlı kitaplar ile daha bir çok yazı ve makale olduğu, bunların gerek İnternet ortamınde ve gerekse piyasada dolaştıkları anlaşılmaktadır; (aşağıda bunların kısa bir listesini sunuyorum). Öte yandan bazı çevreler tarafından Hayri Başbuğ, Zazaların ideoloğu olarak lanse edilmektedir. Fakat, Hayri Başbuğ adına yazılmış bütün yayınlarda onun, bir ‘Zazacı‘ değil, bir ‘Türkçü‘ olduğu apaçık görülmektedir. Burada bir tezat, bir çelişki olduğu çok açıktır. Çünkü, Hayri Başbuğ adı ile yazılmış hiçbir yayında Zazaların ayrı bir halk, ayrı bir etnik grup, ayrı bir ulus oluşturduklarına dair bir tespit yoktur. Eğer var ise de ben görmüş değilim! Ancak, bazı kişi ve çevreler tarafından Hayri Başbuğ’un, 1987’den sonra bu Türkçü görüşleri terk ettiği söylenmiş ve bunlar yer yer dile getirilmiştir. Belirtmeliyim ki, ben şahsen, Hayri Başbuğ adıyla yapılmış bir açıklamasına rastlamış değilim. Eğer Hayri Başbuğ imzası ile yapılmış böyle bir açıklama varsa, ben görmüş değilim.
Bu durumda yapılması gereken nedir? Eğer Hayri Başbuğ, eski görüşlerinin özünü oluşturan Zazaların ve Kürtlerin Türk olduğu tezlerini gerçekte red ediyorsa, bu konuda kendi adı ile açıklama yapmak zorundadır. (İkili ilişkilerle, kamuoyuna açık olmayan yazışmalarla yapılan açıklamaların bir değeri olmadığı açıktır). Şüphesiz ki, böyle bir açıklama bir özeleştiriye dayanmayı da gerektirir. Bu, işin bir yanıdır. İşin diğer yanı ise, Hayri Başbuğ, başta adı anılan ‘eserleri‘ olmak üzere, kendisinden izinsiz olarak basılan, dağıtılan, satılan ve internette yayınlanan yazılara ‘tedbir‘ koymak zorundadır. Hangi devirde yaşıyoruz? Bir insandan izinsiz olarak eserleri, nasıl başkaları tarafından kendi amaçları için kullanılır? Telif hakkı denilen bir şey vardır. Hayri Başbuğ, eğer gönüllü olarak devretmemişse, bu hakkını kullanır ve eserlerinin yayınını durdurur. Bunun, izah edilecek bir yanı yoktur.
Hiçbir gerekçe, hiçbir özel durum, Zaza ulusal davasından, daha önemli olamaz.
12.05.10
Yazıda adı geçen yayınlar ve Linkleri:
İki Türk Boyu Zaza ve Kurmançlar
http://www.scribd.com/doc/12554593/Hayri-Basbug-Zaza-Ve-Kurmanclar
http://turkcutoplumcu.org/dosya/ikiturkboyu.PDF
http://www.milliyetciforum.com/iki-turk-boyu-zaza-ve-kurmanclar-28592.html
http://turktoresi.blogspot.com/2009/05/iki-turk-boyu-zaza-ve-kurmanclar.html
Göktürk-Uygur Zaza-Kurmanc Lehçeleri (Üzerine Bir Araştırma) / Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü / 1984
Yezidilik İnancı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1987
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=19520
M.Bayrak, Dersim-Horasan Hattının Bilinmeyen Tarihi, 28 Nisan 2010