Toplumların sosyal bilimcilerine düşen en temel görev kendi toplumlarını anlayıp anlamlandırabilmektir. (Bu, başka toplumları da anlama çabaları içinde olmazlar anlamına gelmemeli) Bunun için de sıklıkla tarih okumalarında bulunurlar. Tarih okumaları elbette ki kolay iş değildir. Hele ki bu tarih okumaları sözlü tarihe dayanıyorsa bu okumaların zorluğu bir kat daha artar.
Her sosyal bilimci, hiç kuşkusuz tarihi anlamayı ve açıklamayı kendine görev edinir. Hatta, daha ileri giderek tarihe yön verme iddiasını da taşır. Toplumlara ve dolayısıyla tarihin akışına yön vermekle, tarih işleyişini kavrayabildiğini ve bu işleyişe bir açıklama getirebildiğini açık ya da kapalı olarak ifade eder. Bunda, şaşılacak bir durum yoktur. Sosyal bilimcilerin tüm çabası, toplum olaylarının bilinmesine ve anlaşılmasına yönelmiştir. Ancak, burada sosyal bilimcilerin dikkat etmeleri gereken hususlar vardır.
Her toplumun kendi geçmiş yapıp - etmelerinin oluşturduğu bir kültürleri ve buna bağlı olarak geliştirdikleri bir kişilikleri vardır. Bu kişilikler o toplumda görülen değişim ve çalkantılarla ifadelerini bulabilirler. Burada, araştırmalarda güdülen yöntem belirleyici olmaktadır. Tarihi açıklama çabalarında, kolaycı bir yol seçilmeyecekse eğer, gereken bilgilerin doğrudan tarihin içinde olduğu, tarihin kaynağının da toplumun kendi iç ilişkileri ile toplumlar arası ilişkiler olduğu unutulmamalıdır. Toplum olayları mekanik olaylar değildir. Tarihin dışında gerçekleşmezler. Tarih içinde bir anlam, bir yön, bir biçim edinirler. Toplum olayları ve ilişkiler kendileri oluşan, kutsal yasaların biçimlendirdiği değil, tarihsel seyir içerisinde kendi yasalarını getiren olay ve ilişkilerdir. Tüm toplumlarda yaşanan olay ve ilişkiler o toplumların yaşam serüveninin ta kendisidir. Toplumların yaşam serüveninde bir çok ayrıntı vardır. Bazı ayrıntılar vardır ki, kendinden önceki olayların ölçülerini-deneylerini içinde taşırlar. Bazı ayrıntı ve olaylar toplumun yaşantısında ve tarihinde hiçbir iz bırakmadan sırra kadem basarlar. Bazı ayrıntılar da ancak kendisinden sonra gelen olaylarla bir anlam kazanırlar. Ve yine bazı ayrıntılar, bütüne yön verir türden olurlar.
Sosyal bilimcinin ilgi alanı olan bu toplum ilişkileri, görülüyor ki bir toplumsal birikimin ürünüdür. Ve, sosyal bilimci, olayların toplumun bütün öbür olayları ile olan ilişkileri içinde daha iyi anlaşılabileceği inancındadır. Bu açıdan sosyal bilimci tarihle yakından ilgilenmek zorundadır.
Sosyal bilimcinin dikkat etmesi gereken temel sorun, yöntem sorunudur dedik. Yöntem sorunu, öncelikle sosyal bilimcinin olaylara bakış açısı ile ilgilidir. Sosyal bilimci, sözlü tarih okumaları yaparken, yazılı belgelerin yokluğu nedeniyle, söz konusu toplumun tarihi boyutlarını bilmezden gelerek ve kendi sınırları içinde açıklama gayreti ile; tek bilgi toplama yolunun doğrudan gözlem ve alan çalışması olduğu inancıyla yola çıkmamalıdır. Bu daha çok “Batılı Beyaz Adamın”, yerlilerin günlük yaşamlarında doğrudan ilişki kurduğu alanlara ilgi duyması sonucu oluşan bir yöntem biçimidir. Ve alan çalışması Beyaz adam için temel yöntem olarak hala önemini korumaktadır. Bu, sosyal bilimci alan çalışması yapmayacak anlamında alınmamalıdır. Ancak, sosyal bilimci, alan çalışmasının çıkış noktasının Beyaz Adam olduğunu hiçbir zaman unutmamalı. Onunla aynı zihin dünyası içine düşmemeye gayret etmelidir.
Sosyal bilimcinin yöntem konusunda dikkat etmesi gereken bir başka noktada, toplumlararası ilişkileri söz konusu etmeden ele alan yapısalcı Claud Lévi-Straussçu bakış açısıdır. Burada söz konusu olan, olayların işlev ve nitelikleri ile ilgili genel yasalara bağlı olarak birbirlerini belirlemeleridir. Ki, bu da sosyal bilimciyi tarihsel bakış açısında uzaklaştıracak, tarihi okumasını onun öznel/subjektif insafına bırakacaktır.
Bütün bunların yanı sıra, sosyal bilimcinin karşısında duran; ve hatta en can alıcı olan bir başka sorun da elde edilen bilginin nasıl ve ne amaçla kullanılacağı sorunudur. Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili bazı bilgileri o günün dünyasında Osmanlı İmparatorluğunun dünya siyasetini belirlediğini göstermek için kullanabileceğiniz gibi, aynı bilgileri bu imparatorluğun yağmacı/talancı olduğunu kanıtlamak için de kullanabilirsiniz. Her hangi bir kişiye, onu bırakalım, herhangi bir yazılı belgeye bile soracağınız soruya göre istediğiniz cevabı almanız hiç de güç değildir.
Sosyal bilimcinin başarısı mutlak doğrulara ulaşması ile elbette ölçülmez. Bu hiçbir biçimde mümkün de olmaz. Başarı, bilinen olaylar arasında kurulan ilişki ve getirilen yeni açıklamalara bağlıdır. Bu durumda başarı, bilmem kaç yıllık bir çalışma ile, gerekli bilgilerin bilmem hangi yollarla ve nasıl elde edilmesiyle ilgili değildir. Önemli olan, edinilen bilgilerin nerede, hangi amaçla kullanılacağı sorunudur. Bir sosyal bilimcinin başarısını belirleyecek olan budur.
Yaptığınız çalışmayı; Mesut Yeğin’in içinde onlarca defa “isyan” sözcüğü geçen önsözü ile kitlelere ulaştırırsanız ya da Mehmet Bayrak’ın önceden yayınlamış makalesini kitabınıza koyarak Sey Qaji’yi bir “Kürt Dengbeji” yaparsanız; işte bu sizin yıllar süren bin bir güçlükle edindiğiniz bilgileri nerede ve hangi amaçla kullandığınız noktasında oldukça önemli olacaktır.
Yine, tarihsel seyir içerisinde, toplumun kendi içinde ve çevresindeki toplumlarla ilişkilerinde anlamını bulan olayları (cırm, kelepur, qol), içinden çıktığı dilin mantalitesinden de kopararak sadece “yağma”, “talan” ve “eşkiyalık” olarak sunarsanız; bu da edindiğiniz bilgileri nerede ve hangi amaçla kullandığınız sorunsalını ön plana çıkaracaktır. Ve sizi, söz konusu tarih okumalarında başarısız kılacaktır. Sosyal bilimci tüm bunlara dikkat etme durumundadır.