Dersim Soykırımının üstünden 70 yıl geçti.

Soykırım halkımızın ortak hafızasındaTertele 38’dir.

Tertele soykırımın Zazaca’sıdır.

70 yılda dünyada çok şey değişti.

Sistemler yıkıldı, haritalar yeniden çizildi.

Ezilen halkların büyük çoğunluğu özgürlüğüne kavuştular.

Tarihin en plan ve kapsamlı soykırımına maruz kalan dünyanın yutsuzları Yahudiler kendi devletlerini kurdular.

Soykırımı yapanlar diz çoküp özür diledi.

Ermeniler sorunlarını uluslararası sisteme kabul ettirdi. Gerisi gelecektir.

Dersim Soykırımı ne dünyada ve ne de Türkiye’de gündeme gelemedi.

Bunun birçok nedeni var.

Her şeyden once fail (TC) bu konuda çok katı. Değişime yanaşmıyor. Değişim bir yana, demokratik bir tartışmaya dahi karşı.

70 yıl sonra gizli belgeler, duruşmalar, kararlar açıklanmış değil.

Halkımızın anlatımları, tanıklarla yapılan röportajlar soykırımla ilgili en önemli dökümanlardır.

Aynı şekilde son yıllarda yayınlanan bazı askeri belgeler, soykırıma katılanların söyledikleri, Tunceli kanunu soykırımı belgelemek için yeterlidirler

Dersimlilerin kendilerinin yaptığı çalışmaları saymazsak, konuyla ilgili genellikle soykırımı yapanların tezleri tekrarlanıyor.

Bir-iki olumlu istisna bu gerçeği değiştirmez.

Sorunu anlamak için soykırımı yapanların tezlerinin bilinçli-bilinçsiz tekrarından vazgeçmek gerekiyor.

Dersim İsyanı soykırımı yapanların uydurduğu bir yalandır.

Dersim 1937’de en sakin yıllarından birisini geçiriyordu.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır Dersim’e göre karışıklığın, hukuksuzluğun, korkunun, ölümün kol gezdiği merkezlerdi.

Faillerin ileri sürdüğü gibi mesele Karakol baskını, köprü yakılması da değildir.

Dersim Soykırımı üzerinde yıllarca düşünlen, planlanan bir sürecin son halkasıydı.

Soykırımla sonuçlanan süreci anlamak için Dersim Raporlarını okumak dahi yeterlidir. Bu konuda Jandarma Umum Komutanlığının zamanında gizli olarak baştırdığı Dersim adlı kitap önemli belgelerden biridir.

Kitaba göre Cumhuriyet’den önce ve sonra sürekli olarak Dersim’e harekat yapılmasının hazırlıkları yapılmış, fırsat bulduklarında da saldırmışlardır.

Zamanın iç ve dış koşullarının sonucu olarak kapsamlı hareketi, tümüyle denetim altına almayı ertelemek zorunda kalmışlar.

İnönü eski askeri hareketleri „Sel hareketleri“ diye nitelendirmişti. Sel gelip geçiyor, eski yaşam devam ediyordu. Yeni bir yol arıyorlardı.

Yeni yolu Tunceli Kanunu ile karara bağladılar.

İsyan yalanı da Tunceli Kanunu incelenerek anlaşılabilinir.

Kanun 1935’in sonunda meclise sunulmuş, 36’nın başında kabul edilmiştir.

Atatürk mecliste yaptığı konuşmada, „Dersim bir yaradır, bu yara kesilip atılmalıdır“ demişti.

Bu cümle soykırımın en kısa şekilde formule edilmesidir.

1935-36’da ne olmuştu da böyle bir kanun çıkardılar.

İsyan mı vardı?

Dersimliler Elazığ’ı mı işgal etmişti?

Ordu kurup Erzincan’ı mı kuşatmışlardı?

Dersimliler köylerinde, kasabalarda tarımla, hayvancılıkla, küçük çaplı ticaretle uğraşıyorlardı.

Tarihsel arka plan unutulmadan, olan tek şey Dersim’in “Ne mutlu Türküm diyene”, daha doğrusu „Ne mutlu Türk ve müslümanım diyene“ çerçevesinin içine katılamamasıdır.

Kanun 36’nın başında çıktı, genel saldırıyı 37’nin baharında başlattılar.

Bu süre icinde Dersim’in adını değıştirip Tunceli Vilayeti diye yeni bir bölge oluşturdular. Tunceli Vilayetinin idari sınırları, Dersim Soykırımınin da sınırları anlamına geliyordu. Bütün yetkilerle donatılmış(öldürme-sürgün-yasak bölge) Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ı Tunceli Vilayeti’ne atadılar.

Tunceli Kanunu daha önce izlenen Umum Müfettişlik uygulamasını aşan, farklı, eskiye göre tamamen yeni bir aşamadır.

Umum Müfettişlikle bölge denetim altına alınıp, Zazalar ve Kürtler zaman içinde Türklük içinde eritilmek isteniyordu.

Tunceli Kanunu Dersim’in tamamen ortadan kaldırılması, yok edilmesi anlamına gelir. Değişen sadece Dersim’in adı değildi. Dersim’i her şeyi ile haritadan silmek istiyorlardı.

Soykırımı Tunceli Kanunu ile karara bağladılar. 4 Mayıs 1937’de Atatürk’ün başkanlığında yapılan toplantıda başlama emir verildi.

4 Mayıs’a kadar hazırlıklar yapıldı. Yol ve köprüler yaparak askeri hareketin alt yapısını hazırladılar. Elazığa, Erzincan a asker yığdılar. Bölgenin ayrıntılı haritasını çıkardılar (dağları, geçiş ve bağlantı noktalarını, su kaynaklarını, muhtemel sığınma yerlerini…tespit ettiler). Askeri karakollar kurdular. Gazeteci, tüccar kılığında Dersim’i köy köy dolaşıp aşiretlerin birbirleriyle ilişkilerini, dostluk ve düşmanlıklar ve benzeri konularda bilgi topladılar. Aşiretleri birbirine karşı kışkırttılar. Para ve mevki dağıtarak çok sayıda insanı kendine bağladılar. 4 Mayıs’ta yapılan toplantıda “paraya acımaksızın mümkün olduğunca çok sayıda insanı kendimize bağlamalıyız” kararını da almışlardı.

Silah topladılar. Birinci Dünya Savaşı’nda Dersimlilerin eline geçmiş silahların çoğunu topladılar. Türk ordusu bölgeyi boşaltıp Malatya-Sivas hattına çekildiğinde, Dersimliler bu silahlarla bölgeyi Rus işgaline karşı savunmuşlardı.

Abdullah Alpdoğan köy köy dolaşıp ileri gelenlerle görüşmeler yaptı. Dersimliler silahlarını teslim ederlerse, devletin Dersim’e karışmayacağını, herkese iş verileceğini, devletin değiştiğinin propagandasını yapıyordu. Küçümsenmiyecek bir kesim bu propagandaya inanıp silahlarını teslim etdi.

Dersim ileri gelenlerinin önemli bir bölümü devlete güvenilmemesi gerektiği, bunun bir plan olduğu, saldırı için hazırlık yapıldığını söylüyordu. Ama isyanı andıracak herhangi bir gelişme yoktu.

Dersimliler yol, köprü ihaleleri alıyor, bu işlerde çalışıyorlardı. Öyleki anlatılanlar doğru ise Dersim önderlerinden Usê Seydi dahi bir köprü ihalesi almıştı.

Dersim liderleri endişeli idiler.

Devletin yeni politikasını anlamaya çalışıyorlardı.

500 yıldır uzak durdukları sistem içlerine giriyordu. Özgürlük adım adım ortadan kalkıyordu.

Yine de bırakalım isyanı, genel bir direnis eğilimi dahi yoktu.

Karakol baskını, köprü yakılması Türk Savaş Kurmayının bilinçli bir provakasyonudur. Kadınlara saldırılarak Dersimlileri cevap vermeye zorlamışlardır.

Ama bu bir isyan değildir.

Saldırıya uğrayan aşiretin bir bölümünün kendini savunmasıdır.

Genel saldırıyı başlattıklarında Batı Dersim’de Abasu ve Bextiyaru aşiretlerinin bir bölümü hariç öteki aşiretler direniş göstermemişlerdir. Doğu Dersim’de direniş Demenu ve komşu aşiretlerin bir bölümünün direnişinden ibarettir.

Dersimliler devletin yeni politikasını kavramamışlardı.

Geçmişte olduğu gibi bazı aşiretlere saldırıyla yetineceklerini düşünüyorlardı.

Köyler yakılmakta, insanlar toplu olarak öldürülmekte, saldırıya uğramayanlar işbirliği yapmasalar da, tarafsız kalarak saldırının hedefi haline gelmeyeceklerinin hesabı içindedirler.

Kısacası isyanı andıran bir gelişme yoktu.

37’de ağırlıklı olarak Doğu Dersim’de hareket yürütüldü. 38’de tüm Dersim hedef halindeydi.

Artık aşiretler arasında ayrım yapılmıyordu. Soykırımı gösteren en önemli olgu direnişe katılmamış, hatta işbirliği yapmış aşiretlerinde toplu olarak öldürülmesidir. Devletin kendilerine karışmayacağını düşündükleri için köylerinden çıkmayanlar toplanıp köy meydanlarında, dere kenarlarında toplu olarak öldürülmüşlerdir. Soykırım öylesine katı ve sınırsız yürütülmüştürki para verip çalıştırdıkları dahi canlarını kurtaramamıştır.

Soykırım tüm ayrıntılarıyla önceden planlanıp hazırlanmıştır. Mesela evlerin nasıl daha hızlı ve kolay yakılabileceğini gösteren bir kitap Elazığ’da Turan Matbaasında bastırılip askerlere dağıtılmıştır. Naziler de hızlı ve az maliyetli ölüm için Gaz Fırınlarını bulmuşlardı.

Onbinlerce sivil insanın öldürülmesi, onbinlerce insanın sürgün edilmesi soykırımdır.

Karar Tunceli Kanunu ile alınmıştır.

Uygulaması 37-38’de yapılmıştır.

Tunceli Kanunu soykırımın kanunudur.

Dersim Soykırımı kanunla ilan edilmiş soykırımdır.

Tunceli Kanunu, Türk hukukunun dışında özel kanundur.

Ankara’da. İstanbul’da, hatta Diyarbakır’da uygulanan hukukun dışında ayrı bir hukuktur.

Zaten Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, „Dersim sömürge gibi yönetilmelidir“ demiştir.

Dördüncü Umum Müfettiş de olan Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan’ın yetkileri, Türk Meclisinin de üstündeydi. Tüm yetki, karar, uygulama Genel Kurmay adına Alpdoğan’ın elindeydi.

Alpdoğan’ın sahip olduğu yetkiler İngilizlerin, İspanyolların sömürge valilerinde dahi yoktu.

Cumhuriyet tarihinde ne böyle bir kanun ve ne de bu kapsamda bir kırım yoktur.

Tunceli Kanunu’na benzeyen tek olgu İttihat ve Terakkinin Ermeni techiridir.

Bunun adı soykırımdır.

Dersim yasak bölge ilan edilmiş, onbinlerce insan öldürülmüş, onbinlercesi sürgün edilmiş, küçük bir azınlıkda başlarına karakollar kurularak yaralı, aç, korku içinde yaşamaya mecbur edilmiştir.

Dersim Soykırımı’nın kollektif sorumluluğu TC’ye aittir.

Önde gelen sorumlular Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak, Abdullah Alpdoğan ve öteki siyasi-askeri liderlerdir.

1988’de Tercüman Gazetesinde yayınlanan röportajında Celal Bayar, Atatürk’ün Dersim’de tatbikatlara katıldığını, milisleri, ajanları isimleri ile tanıdığını söylemiştir. Aynı röportajda, Atatürk’ün , „Dersim’i vurun, sorumluluk bana aittir dediğini“ de söylemişti.

Soykırımın ortaklarını da unutmamamız gerekiyor.

Baş ortak Türk komunistleridir.

Türk Komunistleri Dersim Soykırımını büyük bir şevkle desteklemişlerdir. Zamanın kapitalist ülkeleri sessizce izlerken, Komuntern, „Kemalist rejim gericiliği boğuyor“ diye politik destek vermişdir.

Türk komunistleri, onların her türden mirasçıları da Dersim’den özür dilemelidirler.

Neden Dersim?

Tarihsel arka plan Dersim’in Osmanlının doğuya doğru yayılmasına katılmaması, direnmesidir.

Dersim’in aynı şekilde Ermenileri koruması, soykırıma ortaklık etmemesi suç olarak görülmüştür.

Cumhuriyet döneminde de Dersim Türk ırk sistemine dahil edilememiştir.

Dersim 1920’den 38’e kadar de facto özerkliğini tüm zorluklarına rağmen koruyabilmiştir.

Türk ırk sistemi içinde Dersim ayrı dini, dili, etnik yapısı ve kültürü ile çıban olarak görülmüştür.

Soykırımın amacı işgali tamamlamak, Dersim’i ortadan kaldırmaktır.

Dersim Soykırımı’nın giderek daha çok çevre tarafından dile getirilmesi olumludur.

Ne var ki Dersim Soykırımı tam olarak anlaşılmamıştır. Hala daha Dersim İsyanı denilerek soykırımcıların tezleri tekrarlanmaktadır. Aynı şekilde Dersim Soykırımını „Kürt İsyanı“, „Kürt Soykırımı“ olarak göstermek de tamamen yanlıştır. Dersim Kürt değildir. Dersim’in dili, kültürü, tarihi Kürtlüğün dışındadır.

Dersim’e karşı izlenen politika ile Kürtler’e karşı izlenen politika da farklıydı.

Kürtler kontrol altına alınarak baskı ve asimilasyonla yönetilmek isteniyordu.

Dersim yok edilmek istenmişti.

Dersim Soykırımı Dersimlilerin kendileri tarafından sahiplenip uluslararası platformlara taşınmazsa, soykırıma karşı gelişen tepkiler Kemalizmin demokratlığını keşfedip, „biz bu cumhuriyeti birlikte kurduk“ diyenlerin elinde yeniden faillerin kontrolüne  girecektir.

Dersimlilerin de taraf olduğu uluslararası bir mahkemede soykırım suçluları yargılanmalıdır.

Kasım 2008

© Sait Çiya