Nigoğayos Adonz'un "Ermeni Sorununun Çözümü Çerçevesinde" başlıklı, 1920 yılında Londra'da yayınlanmış kitapçığının Ermenice baskısı geçtiğimiz günlerde Erivan'da gün ışığına kavuştu. N.Adonz'un bu çalışması, birkaç yıl önce rahmetli Con Giragosyan'ın çabaları sonucu Rusça'ya çevrilmiş, Sovyet Sosyalist Hayasdan Cumhuriyeti (S.S.H.C.) Bilimler Akademisi Bilgilendirme Bölümünce basılmıştır. Bu kitapçık bilim çevrelerinde ilgi uyandırmasına rağmen, Rusça baskısının az sayıda olmasından dolayı ancak dar bir çevrenin tartışmasına sunulabilmiştir. Ermenice baskısının bu boşluğu dolduracağını biliyoruz. Üzerinde durmak istediğim, yazarın 1920 yılında İngilizce yayımlanan, "Kürtlerin Hayasdan'a (Ermenistan) Yayılması" başlıklı makalesidir. Bu kısa değerlendirme metnini Ermeni okuyucularının dikkatine sunarken, sormadan edemiyoruz: Onca zaman içinde bu dergiyi kaç kişi okuma olanağı bulabilmiş, adını andığımız makaleyi inceleyebilmiştir? Özellikle son günlerde yayımlanan incelemelerde, N.Adonz'un çalışmasından doğrudan yapılan alıntıların ayrıdına varıp, önemini kavrayabiliyor muyuz? Saydığımız gerekçelerden dolayı N.Adonz'un küçük boyutlu çalışmasının, burdan geniş okuyucu kesimlerine ulaştırılmasında ısrarlı olduk. Yurtsever bilim adamının bilimsel mirasında büyük bir yer teşkil eden bu makalenin konuyla ilgili tarih çalışmalarınin ilk örneği olduğunu ayrıca belirtmeliyiz.

Makale, söylev üslubunda kaleme alınmış. Sağlam ve mantıksal yapılanmayla bilimsel kanıtlara dayanmaktadır. Bilindiği gibi N.Adonz Kürtlerle özel olarak ilgilenmemiştir. Ne var ki, eski Ermeni tarihçisi, eski diller uzmanı (Philologue), Hayasdan'ın tarihsel coğrafyası ve de oriantalizm alanında donanmış bir bilim adamı olarak, kısa bir makalenin sınırları içinde bu soruna ışık tutabilecek bilgileri özetleyebilen, zamanının belki de tek araştırmacısıydı. Yazar, birkaç sayfada Kürt-Ermeni ilişkileinin şekillenip gelişmesi gibi zor bir konuyu aydınlatabilmiştir. İncelemede konyla ilgili çeşitli araştırma alanlarındaki süzülmüş bilgiler toplu olarak özetlenmiştir. N.Adonz'un bu kısa çalışmasının, Ermeni Bilimsel Söylev Yazını'nın en parlak örneklerinden olduğunu söylersek, abartmış olmayız. Günümüzde bile, bu makalenin bilim çevrelerinde yarattığı yankı duyulmaktadır.

N.Adonz'un bu çalışması, halkımızın tarihsel yazgısını değerlendiren, Hayasdan'da Kürtlerin yayılmasıyla ilgili sorunlara ışık tutan önemli bir belgedir. XVI. yüzyılın ilk yarısı, Kürtlerin kütle halinde Hayasdan'da yayılmaya başlamalarının tarihidir. Bu dönem yine halkımızın çileli yoksulluklarla dolu yeni bir yıkım döneminin başlangıcıdır ve yurdumuzun önemli kesiminin yitirilmesiyle sonuçlanmıştır.

Ermeni Siyasi Bilimi'nin değerli düşünürü, "Tarihimizin bu sayfasını yurtdaşlarımızdan gizlemeye hakkımız yoktur!" der. Biz de onun izleyicisi olarak, yürek acısıyla da olsa, Ermeni tarih yazınında sözünü ettiğimiz döneme ve sorunlara gereken önemin verilmediğini belirtmeliyiz. Kürtlerin tarih sahnesine çıkışı ve Hayasdan'da yayılmalarını işleyen, konuyla ilgili tarihsel verilere dayanan bilimsel çalışmaların yürütülmesi yerine, genellikle basit ve romantik düşünüş tarzı eğemen olmuştur. Konulardan habersizlik ya da çeşitli bilimsel alanlardaki verileri ilişkilendirme eksikliği, karşılaştırma yeteneğinden yoksunluk, Kürtler ve Haylar arasındaki ilişkilerin başlangıç noktasını Büyük Dikran Dönemi'ne kadar uzatılmasına ve uzun dönemde sarılamayacak hatalara neden olmuştur. -Eski Marlar Kürtlerin atalarıdır. Bu saptamadan yola çıkarsak, eski Ermeni tarihi yapıtlarında sözü edilen Marlar incelenirken Kürtler dikkate alınmalıdır. Sorun o ki, bu temelsiz görüş İnciciyan ve Leo'yla başlayıp, bizlerin üretim döneminde yaygınlaşmıştır. Fakat tarihi dilbilimsel çalışmalarınverileri hiçbir şekilde bu savı doğrulamıyor, hatta uzaktan bile olsa Kürtler ve Marlar arasında ilişki kurulmasına izin vermiyor. Ne var ki, ortaçağ sonlarına ait Ermeni kaynaklarında (anıtlar) Kürtlerin MARLAR'a, Mart Ulusu'na bağlanmasını nasıl açıklayabiliriz? (Zaten Kürtlerin Marların devamı olduğunu savunanlar da bu olguya dayanabilmektedirler.)

Bu durum yalnızca yazınsal adlandırma geleneğinin basit bir vergisi olup, diğer toplumların edebî eserlerinde de yaygın olarak görülebilen bakış biçimidir. Asli Marlar M.Ö. VI.-V. yüzyıllarda tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Ermeni toplumunun hafızası bu süreç içinde Marlara özgün ulusal özelliklerini Marlara aitmiş gibi kabullenip onların devamı olarak koruyamazdı. Aynı dönemdeki Ermeni yazarlar, Tatarları ve Çağatayları PERSLER (İranlılar), Türkmenleri ise SGYUTLAR (Sgintotsvots ulusu) olarak adlandırmış olmalarının altı çizilmalidir. "Zamanın Pers (İran) hükümdarı Tamur Han (Timur Han) güneyden amansızca saldırıyordu." Doğal olarak eski etnik adlandırmalarının güncelleşmesini gösterir örnekleri işlememiz gerekiyor. Bu tür yanılsamaların rastlantısal olmadığı ve okuyucuya tamamlayıcı bilgileri vermesi açısından şu örnekler önemlidir: (Ve bu felaket başı-bozuk Pers milletinin başına geldi, ki Çağataylı adlandırılırlar.) Aynı örneği Kürtlerle ilgili olarak da görebiliriz. (Peşi sıra barbarlıkla geldiler Mar milleti, ki Kurt adlandırılırlar.) Böylece, Marlar (Mar milleti) terimi Ermeni ortaçağ-sonu yazınında Kürtlerin adlandırılmasıyla ilgili olarak kullanılmış olması yanılsamadan ibaret olup daha fazla değer taşımadığını anlayabiliyoruz. M.Ö. V.-IV. yüzyıllarda tarihçi Xenophon'un sözünü ettiği Gartukhlar da (Ermenice Gartukhner; Grekçe Kardiokhoi ) Kürtlere ilişkili değildirler.

Sorun gittikçe karmaşıklaşıyor. Genel olarak Kürtlerin kökleri nereye dayanıyor ve nerden belirdiler? N.Adonz makalesinde bu konuya yeniden dönmüyor. Zaten, bir dergi makalesinin sınırları içinde bu konuyu işlemek de güçtür. Yeni bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu verilerin ışığında, Kürtlerin anayurdu, İran'ın Fars eyaletinin kuzeyindeki (Orta İran) topraklar olarak belirlendiğini burda belirtmeliyiz. Arap halifeliklerinin kurulmasıyla birlikte Kürt boyları İslamiyeti kabullenip, Kuzey Mezopotamya'ya yayılma olanağı elde etmişlerdir. İran'da Selçuklu Türklerinin eğemenliği döneminde (XI. ve XII. yüzyıllar) Hayasdan'ın güney eyaletlerine (Ermeni Mezopotamyası, Ağtsing, Gorcayk), kırsal alandaki belirli köylere yerleşmişlerdir. Batı Hayasdan'daki diğer Ermeni şehirlerine Kürtlerin yayılması ise Osmanlı Sultanlığı'nın eğemenliği dönemine rastlar.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, N.Adonz XVI. yüzyılın ilk yarısını başlangıç olarak saptamıştır. Bu tarihsel saptama, dilbilimsel araştırmaların bizlere sunduğu verilerle de doğrulanıyor. Kürtçe'nin kuzey lehçelerindeki, Ermenice ve Kürtce arasındaki sözcük alışverişini gösterir örnekler yakın döneme rastlıyor. Eski sözcük değiş-tokuşu, -tabii ki bunların varlıkları, ilk karşılaşma dönemi gözönüne alınarak incelenmeli-, saptanamamıştır. yalnızca Gurmançi'nin güney lehçeler grubundaki (Hakkari, Bahtiyar ve Mogsa) bir iki sözcük bu tespitin dışındadır. Bu sözcükler de ilk Kürt-Ermeni ilişkilerinin başladığı alanlarda tespit edilmiştir. Ne ortaçağ Hayca'sında ne de Krapar'da KÜRTÇE'DEN GELEN TEK BİR SÖZC⁄E RASTLANMAMIŞTIR. Yurt dışında yaşayan Kürt yazarlarının savunduğu, Kürtlerin başlangıçtan bugüne Batı Hayasdan'da yerleşik olarak yaşadıklarına dair savlar temelsiz ve bilimsel dayanaktan yoksundur.

N.Adonz doğrudan ve gerçekçi biçimde Kürtlerin Hayasdan'a girişinin ülkenin toplumsal panaromasını değiştirmediğini belirtmektedir. "Yerleşik çalışan toplumun temel çekirdeğini -her zaman olduğu gibi- Haylar oluşturmaktaydılar." Bununla birlikte hemen belirtmeliyiz ki, Hayların Kürtler arasında erime süreci daha sonraki yüzyıllarda hız kazanarak sürmüştür. Abartmadan diyebiliriz ki, Batı Hayasdan'daki (Kürt yazarlarının terminilojisinde "Türkiye Kürdistanı"), Kürt halkının oluşum ve biçimlenme sürecinde Ermeni ögesi önemli rol oynamıştır. Haylar sözünü ettiğimiz yaşama alanlarında, Kürtler için etnik alt dilimlenme olarak varolmuşlardır, nasıl ki dillerinde açıkca görülen özümlemeler (gerek telaffuz gerekse sözcük hazinesi), maddi ve manevi kültürel değerlerin yeniden biçimlenmesini sağlamıştır.

Bu bağlamda N.Adonz, Kürt Rojgi aşiret birliğinin doğuşunda Hayların belirleyici rol oynamasını derin bir öngörüyle sezinleyip, bu aşiret birliğine bağlı Kürt tarihçi Şerafettin Bitlisli'yle ilgili şu tespiti yazmaktadır: "Tarihçi Şerafettin geçmişi araştırırken, atalarının damarlarındaki kanı Araplara ya da Kürtlere değil, Haylara bağlayabilecek daha fazla dayanağa sahipti." Ve ne ilginçtir ki, yeni bulunan kanıtlar da benzer sonuçlara ulaşmak için ciddi dayanaklar sunmaktadır. XVII. yüzyıl Türk seyyahı Evliya Çelebi'nin elyazmalarından yapılan son çözümlemeler bu öngörüyü destekleyen ilginç kanıtlar barındırmaktadır. Bilindiği gibi Çelebi uzun zaman Rojgilerin merkezi Bitlis'te bulunmuştur. O dönemde şehrin yöneticisi konumunda bulunan Abdal-Han ile sıcak ilişkiler geliştirmiştir. Evliya Çelebi., Rojgilere özgü dille söylenen bir halk şiirini yazıya geçirmeyi başarmıştır. Bu şiir, kitabı Seyyahatname'nin ilk örneğinde aynen bulnmasına rağmen daha sonraki çoğaltmalarda bulunmamaktadır. Bu eserin dilini çözümleyen inceleme, sözcük dağarcığı bakımından şiirin dilinde Hayca'nın temel olup, dilin gramer yapısının daTürkçe olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu konu üzerinde çalışan Hollandalı bilim adamı Martin van Bruinessen, sözü edilen ilginç olgu karşısında şöyle yazmaktadır: "Şaşırmamak elde değil, böylesine bir dil olacak ve kendini Kürt diye adlandıran bir halk tarafından konuşulacak." Aynı yerde Rojgi aşiretinin oluşum ve biçimlenme sürecinde Hayların önemli rolü olduğuna dair kişisel kanısını da belirtmektedir. (Rojgilere özgü andığımız dilin ayrıntılı incelenmesiyle ilgili örnekleri ve Çelebi'nin elyazmasındaki Bitlis'e dair bölümün incelenmesini içeren, henüz yayınlanmamış eserin sahibi, Amerikalı Türkoloğ Robert Tangoffe çalışmasının bir örneğini bizlere yollamıştır.) Bu eserde Çelebi'nin Rojgilerle ilgili ilginç belirlemesinin altı çizilmiştir. "Rojgiler diğer Kürtlerle Gurmançi(ce) konuşuyor, kendi aralarında ise Rojgilere özgü dili konuşuyorlardı."

***

N.Adonz'un makalesinde andığı ZAZALAR hakkında da bir iki söz etmeliyiz. Bu halkın temel çekirdeği Dersim'de olup, yaşadıkları bölge Yüksek Hayasdan'ın en kuzey kesimlerinden, Fırat'ın iki kolu arasındaki kuzeyden Erzincan, güneyden ise Murat arasındaki alanlardır. Zazaların toplam nüfusunun bir milyon cıvarında olduğu tahmin ediliyor. Bu halk kendini DIMLİ ya da DIMLA olarak adlandırmaktadır. Ermeni kaynaklarına göre DLMİG'dir (Arisdages Lasdiverdtsi). Bu adlandırma DELMİG biçimiyle benzeşmektedir, ki Delmig DEYLAMLI ya da Deylam'da yaşayanlar anlamına gelir. Zazaların Hayasdan'da belirmesi X.-XII. yüzyıllarda Deylamlıların (Eski Tabaristan'da yaşayanlar) İran'ın Hazar denizini çevreleyen bölgelerden birkaç dalga halinde göçe zorlandıkları tarihle çakışmaktadır. Zaza terimi, bu halkın konuştuğu dilde çok sayıda kullanılan (ts, ds, tso, s, z) gibi sessizlerin yoğunluğundan dolayı komşuları tarafından takılmış aşağılayıcı bir adlandırmadır. Daron Duruperan'ın Ermenice sözlüğünde ZAZA'nın anlamı; sağır-dilsiz"dir.

Zazalar ve Haylar arasındaki karşılıklı ilişkiler (Yezidi ve Haylar arasında olduğu gibi) her zaman sıcak ve dostane olmuştur. Kürt ulusal bilinçlenmesinin doğuş döneminde ve önderlerin izlediği yöntemlerde, doğal olarak belirli abartmalarla, Kürtlere komşu diğer halkların etnik farklılıkları görmemezlikten gelindi ve kültürel değerlerinin gelişmesi engellendi. Örneğin İran halklarından Lorlar, Bahtiyarlar, Guranlar, yeni oluşan Kürt "intelligentsia"sı tarafından kürt olarak sayılmaktadır. Bu yanılgıdan Kürtlerle sıkı bağlarla yaşayan Zazaların da kurtulamamış olması anlaşılabilir bir olgudur ve onlar için belirlenmiş kazançtır. Zazaların dini, dili, ulusal bilinci ve etnik kökenlerini belirleyen birçok değerin Kürtlere göre yerden göğe farklı olmasının ne gibi önemi olabilir ki?! N.Adonz makalesinde bu gerçekliğin altını yeniden çizmiştir. "Dersimli Kürt" olarak adlandırılan Dujiglerin köklerini belirlemeye yönelik sorular aynı şekilde incelenmesi gerekir. Çünkü Dujigleri Kürt olarak niteleyenler bile onları "temiz Kürt" olarak kabullenemiyorlar."9

Günümüzde Zazaların ulusal kimlik arayışı yeni bilinçlenme dönemini yaşıyor. Batı Avrupa'da Zazaların kalabalık allıturnası (Diaspora)10 oluşmuş durumda ve bunların bir kısmı özünü bilmeden Kürt ulusal hareketlerine vergi vermekte. Bununla birlikte Zazaların ulusal bilinçlenmesini yönlendirecek ilk adımların sesi duyulmaktadır. Zaza diliyle basılan edebi eserler ve yayın organları gün ışığına kavuşmaktadır.

Zazaların dinsel inançları ve etnik kökenleriyle ilgili satırlarımı makalesinde kullanan yazardan yola çıkarak, Federal Almanya'da yaşayan Berlin Üniversitesi öğretim üyesi, aslen Zaza, Zılfi Selcan kişisel bir mektup yollamıştır (4 Eylül 1989). Zazaların ulusal kimliği ve de halkımızla olan ilişkilerde onların bizlere yönelik davranışlarını açıklayan bu mektubun belgesel önemini bir Zaza'nın ağzından bu toplumun aydınlarında egemen olan düşünce tarzının açıklamasıdır. Artık yeni atrtışmalara ya da karşı söylevlere girişmek anlamsız ve de fazlalık olacaktır. Bakınız ne yazıyor Zılfi Selcan:

"Belirtiğiniz gibi Zaza dili Kürtçe'nin lehçesi değildir. Buna rağmen Kürt yazarlar kimi siyasi gerekçelerden yola çıkarak karşıt görüşler yazıyorlar. Türk yazarlarına göre ise Zazaca Türkçe'nin lehçesiymiş (Zaza Türkçesi). Bir yandan Türkler, diğer taraftan Zazaca'nın Kürtçe'nin dalı olduğununa dair Kürtlerin yaklaşımı; bu çok sayıdaki "dostlarımız" unutulmamıza izin vermiyorlar.

"Dış göçten dolayı Batı Avrupa'da hayli miktarda Zazalar bulunmakta ve önemli kesimi Tuncelili olup Alevidirler. Bu toplumun ulusal ve kültürel kimlikleri, Kürtlerin karşı propagandalarına rağmen günbegün kökleşip sağlamlaşıyor. Dilimizde yayımlanan dergilere ve kitaplara ilgileri gittikçe artıyor.

"Günümüz Türkiyesinde Zazalar ve kültürleri planlı olarak yokediliyor.

"Nasıl ilişkilendirebiliriz Zazaların dinsel inançlarıyla Aleviliği? Benim görüşümle Aleviliği İslami sapmaların yanısıra sınıflandıramayız. daha çok yerel inançların ve İslami kimi belirsiz dış özelliklerin bileşimiyle gelişmiş dinsel bir doğrultu olarak tanımlayabiliriz. Zazalarla ilgili Kevork Halalyan'ın (Eski Dersimli, S.S. Hayastan Cumhuriyeti Eski Eserler ve Etnografya Enstitüsü'nde korunan sözü edilen makaleyi yazarken yararlandığımız belgelerin yazarıdır. K.A.) belgelediği ve incelemenizde sunduğunuz konular beni oldukca duygulandırdı. Uzun zamandan beri biliyorum ki, Dersim'i çeviren Türklerin yaratmış olduğu karanlığı tarihin derinliklerinden gelen Hayların bilimsel çalışmalarıyla dağıtabileceğiz..."

Bu satırların yeniden yorumlanması söylendiği gibi fazlalık olacaktır.

***

Belirtmek gerekir ki, genelde olduğu gibi, Ermeni Tarih Yazını'nın sözünü ettiğimiz Kürt-Ermeni ilişkilerinin biçimlenmesi sorunuyla ve bu sürecin incelenmesinde sessizliğe gömülmüş olması bir yana, daha sonra da bu ilişkilerin geleceğe yönelik yanları hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bu konu sanki tabu olmuş, dokunulmamıştır. Öyle ki, Kürtlerin tarihimizde oynamış olduğu birçok acı olayların gerçekliğini asla unutmamalıyız. Zamanıdır artık söylenmesi gereken seylerin, eğer olmuşsa iyiliklerin ve de tüm kötülüklerin. Kürtlerle bundan sonraki ilişkilerimizi DOSTÇA geliştirmeyi istiyorsak, hiçbir seyden asla çekinmemeli ve genel tarihimizdeki tek bir karanlık noktanın kalmasına izin vermemeliyiz.

Sovyetik dönemde Kürt-Ermeni ilişkileri yalnızca bilinen bazı genel sınırlar çerçevesinde yürütülmüştür. Sağlıklı çalışmalar istenilen temelden çok uzak ve az sayıda yapılabilmiştir. Bu ilişkiler arzu edilirken yalnızca iyi yönleri göstermek, -kimi yazarların Yezidi-Ermeni ilişkilerini örneklendirerek bu toplumun Haylara yönelik davranışları hiçbir zaman dostluk ve insanî sınırların dışına çıkmamıştır. Güvenle diyebiliriz ki, Yezidiler, Haylarla birlikte yaşayan diğer toplumlar içinde, birlikte ürettiklerimizi eşitçe paylaşan tek toplumdurlar ve halkımız onları her zaman saygıyla anar. Şimdilik onların ulusal köklerine değinmeden (zaten Yezidi halkının vicdanı ve ulusal bilinçlenmesiyle ilgilidir) kısaca altını çizmek gerekir: Ermeni-Kürt karşılıklı ilişkiler tarihini Yezidilerin tarihi üzerine yapılandıramayız! Böylesi düşünmek, metodolojik ve bilimsel yanlıştır ve izin verilemez...

***

Ermeni ulusu insancıl geleneklerine bağlı olarak her zaman, gücünün elverdiği ölçüde Kürt halkına yardımcı olmuş ve ulusal niteliklerini belirleyebilmeleri için desteklemiştir. Ermeni entellektüellerinin, Kürt kültürünün zenginleşmesi çabalarında ve bu yükün sırtlanmasında önemli bir yeri vardır. İranlılar, Gürcüler, Türkler gibi Kürtler de bizlerin başlıca komşusudur. Günümüz Sovyet Hayasdan'ında, Ruslar, Yezidiler, Asurlar ve diğer ulusal azınlıklar gibi Kürtler de yaşamaktadırlar. Bugüne kadar tüm ulusal haklardan yararlanarak yaşadıkları gibi, bugünden sonra da, aynı duyguyla yaşamlarını sürdürebilmeleri için elimizden geleni yapmalıyız. Halkımız, Kürt halkının ulusal bağımsızlık ve bilinçlenme sürecine sevgiyle yaklaşmaktadır.