Musevi dininde, tanrı bir gün Musa’ya görünüp onu İsrailoğulları’na göndermek istediğini söyler.

”Fakat Musa cevap verip dedi, ama onlar bana inanmayacaklar ve sözümü dinlemiyecekler. Çünkü, Rab sana görünmedi, diyecekler. Rab ona, bu senin elindeki nedir, dedi? O da dedi ki, değnek. Dedi, onu yere at. Ve onu yere atınca, değnek yılan oldu ve Musa ondan kaçtı. Rab Musa’ya dedi, „elini uzat kuyruğundan tut onun”. O, elini uzatıp kuyruğundan tuttu onu ve yine elinde değnek oldu o. Ta ki atalarının Rabbi, İbrahim’in Rabbi, İshak’in Rabbi ve Yakub’un Rabbi sana göründüğüne inansınlar.”[1]

Okuduğunuz bu cümleleri Tevrat’tan aldık sevgili okurlar. Bilindiği gibi Hz. Musa da tanrının değneğine (asasına) verdiği güç ve kudretle bazen onu Firavun’un önünde yere atarak yılana dönüştürür, bazen onu sulara vurarak zehirler, bazen de yerlere vurarak Mısır’ı sineklere, hastalıklara boğar. Amacı kendi kavimini Mısır’dan çıkarabilmek için Firavun’u dize getirmektir.

Biliyorum, şimdi çoğunuzun aklından Dersim’in dağlarında elinde değneği yılan oluveren onlarca Baba’nın (Dede’nin) adı geçiyordur. Üstelik Dersim’in Baba’ları değnekleriyle, halkın çıkarlarını korumak adına başka halkları topluca cezalandırmamışlar. Zaten Dersim inancında böyle bir anlayışa yer yoktur. Dualarında ”Ya Hak/ Hızır sen yaş ile kuruyu birlikte yakmayasın!” diyen Dersimliler değil mi.. Öyleyse bu değnekler ne işe yarıyor?

İşte bu soruya cevap bulmaya çalışacağız. Yani bu yazıda Dersim inancında yılan ve tarikat değneği üzerinde duracağız.

Yılan motifi; İslam, Hıristiyan ve Musevilik (Yahudilik) gibi tek tanrılı dinlerin onu yok etme çabalarına rağmen, günümüzde hâlâ bir çok halkın inancında kendini hisettiriyor. Hatta kimi çok tanrılı inançlara sahip halklar, yılanı tanrı mertebesine bile oturturlar. Asya’da, özellikle Hindistan’da, Afrika’da ve ta Amerika’da kimi halklarda çok açıktır bu.

İnsanlığın ortak kültür hazinesi olarak kabul edilen kimi tarihi eserlere halklar bu inancını yansıtmış bizden asırlarca önce gelip geçerken. İnsan, Kuzey Afrika’daki Mısır piramitlerine, ya da Amerika’daki Maya piramitlerine bakınca bunu hemen fark edebiliyor. Anadolu’da da insanlığın en eski yerleşim yeri olarak kabul edilen Urfa’ya yakın Nevali Çori’de, arkeologlar, mabet olarak kullanılan bir odada, önünde ibadet edilen, arkasından tepesine doğru bir yılan kabartması olan bir insan kafası heykelini bulmaları hayret vericiydi doğrusu.[2]

Verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere, halkların inancında yılan motifiyle çok derin bir zamanda ve çok geniş bir mekânda rahatlıkla karşılaşabiliyoruz. Yani sadece Dersimlilere özgü değil bu olgu. Ama her halkın inancında olduğu gibi, Dersimlinin de kendine özgü renkleri ve farkları var konuya dair elbette. Dersim inancında yılan ve tarikat değneğine bunun nasıl yansıdığını, şimdi, derlediğimiz folklorik ürünlerden örneklerle açıklamaya çalışalım.

Yazının akışından da anlaşılacağı gibi burada ele alacağımız konuyu iki bölümde topluyacağız. Birincisinde tarikat değneğine yansıyan yönüyle Dersim inancında yılan; ve ikincisinde de tarikat değneğinin dışında kalan yönleriyle Dersim inancında yılandır.

I-TARİKAT DEĞNEĞİ VE YILAN

Söz değnekten açıldı mı Dersim inancında ilk akla gelen Hızır’ın değneğidir (asası) kuşkusuz. Yoksullara ve yaşlılara sahip çıkmayanlara karşı kullanıyor değneğini Hızır. Ya da çığda kalanların imdadına yetişerek değneğiyle bir vuruşta kurtarıyor onları. Yani Musa’nın tanrısının tam tersidir Dersimlinin tanrısı ve gerçeği sorarsanız değneği de öyle. Demem şu ki; Dersim inancı haklı ile haksızı, suçlu ile suçsuzu ve yaş ile kuruyu terazinin bir kefesine atmaz.

İşte Dersimliler Hızır’ın bu adaletli değneği adına ”Hakk’ın/ Hızır’ın değneğine and olsun!” diye and içerler. Ya da ”Sana indirdiğim şu Hakk’ın/ Hızır’ın değneğini seversen…” diyerek birilerini olumsuz bir durumdan alıkoymaya çalışırlar.

Tam da bu noktada, yani Hızır’ın değneğini düşünürken aklıma ünlü bir ozan geliyor, ünlü mü ünlü bir destan...

”Buyruğunda bir yığın halk var,

değneği, yasaları verdi Zeus senin eline

yönetsin, çekip çevirsin diye halkı.

(...)

Bak sana diyeyim, ant içeyim bu değnek üzerine ki,

dağlarda gövdesinden kesildi alındı bu değnek,

üstünde bundan böyle ne bir dal, ne bir yaprak bitecek,

ne de bir tek çiçek açacak bundan böyle;

bir bıçak aldı götürdü yaprağını, kabuğunu.

Şimdiyse, Zeus adına hak koruyanlar,

Akhaoğulları taşırlar ellerinde onu.

İşte bir büyük ant sana bu değnek üzerine...”[3]

Okuduğumuz bu dizelerdeki yabancı isimler olmasa, Dersimlilerin tarikat değnekleriyle ilgili anlattıkları söylencelerden biri olduğuna aldanabilirdi insan. Ama Homeros yazıyor bu mısraları... Hani şu ozanların piri bundan ikibin beşyüz yıl önce ünlü destanı İlyada’da. Sanırsınız ki Dersimlilere şu hatırlatmalarda bulunuyor Homeros: Biz de Zeus’un değneğinin kutsallığına inanırdık... Onu elden ele verir, onunla yönetirdik... Onunla hak korur, onunla yasaları uygulardık... Onun üzerine ard içerdik, ey Dersimliler tıpkı sizin ” Hak değneğine and olsun ki!” dediğiniz gibi.

Homeros’la yüz yüze geliyoruz... Bu buluşmanın sevinciyle yüreğimiz çoşuyor... Ama ayrılmak zorundayız. Ve onun, destanıyla ölümsüzleştirdiği Zeus’un kutsal değneğini tarihte bırakıp, yine Dersim’in gerçeklerine dönüyoruz.

Tarikat değneği’nin Dersim dilindeki adı halk arasında çok yaygın olarak ”Ewliya” (Evliya) ya da ”Jiyare”dir (Ziyaret). Dinsel açıdan, çok az bir kesim tarafindan olsa da ”Tarıq” (Tarık/ Tarikat Değneği’nin kısa söylenişi olmalı) adıyla tanınmaktadır. Bunlar, her ne kadar Dersimlilerin ”Cemê Ca Vatene” dedikleri ”Görgü Cemleri”nde kullanılıyorsa da, aslında halkın nazarında bunun üstünde çok daha geniş bir inanç alanına çekilmişlerdir.

Gerektiğinde yılan olabilen, esasında yılan olanlardan bir kısmının zaman zaman da don değiştirerek güvercin oldukları bilinen, bir hatada kendisinden kan akabilen, ya da yine bir hatada kaldığı evi terkedip gidebilen canlı ziyaretler olarak görülür. Hatta daha da ileriye giderek insanların kaderiyle oynayabilen, hastaları sağlayan tanrısal nitelikli varlıklardır onlar.

Cemlerde baba’nın söylediği ilahiler eşliğinde kılıfından zar zor çıkarılır. Çıktığında yılan donundadır ve kendisini çıkaran baba’yı yerlere vurur, hatta baba’yı tutarak kapıdan götürüp bacadan getirir, bacadan götürüp kapıdan getirir. Binbir güçlük, yakarış ve yalvarışlarla, ilahilerle tekrar kılıfına konur. Kılıfları ya geyik postundan, ya da yeşil renkli bir kumaştan yapılmıştır.

Eğer bir yıl hiç görgü cemi olmaz da kılıfindan çıkarılmazsa, Dersimlilerin ”Newê Marti” dedikleri ve Hz. Ali’nin doğum günü olarak anılan Mart’ın dokuzunda (eski hesap) kurbanlar keserek, lokmalar pişirerek kılıfından çıkarır yıkarlar. Yıkama suyunu kutsanmış bir lokma sayarlar ve ilaç gözüyle bakarlar. Kılıfa konan bu tarikat değneklerinin yeri eskiden ekseriyetle evlerin ortasında duran sütünlardı. Şimdiyse duvarlara asmaktalar.

Bundan başka da Perşembe’den Perşembe’ye akşamları önünde mumlar yakar, duruma göre büyük ya da küçük lokmalar dağıtırlar.

A-    TARİKAT DEĞNEKLERİDEN BAZILARI

Tarikat değneğinin kaldığı ev inançlı, itikatlı bir evdir hiç kuşkusuz. Zaten böyle olmazsa olmaz. Yoksa tarikat değneği burayı terkeder. Sonra, kaldığı evi terkedip kayıplara karışan nice tarikat değneğinin öykülerini dur durak demeden aktarmaktalar diller dillere, kuşaklar kuşaklara.

Tarikat değnekleri hangi evde iseler, görgü cemleri de o evde tutulur. Yani “Tarıq” sabittir, cem tutmak için bir başka mekana götürülmez. Götürülmesi halinde onun buna razı olmayacağı ve kendisine yeterli değer verilmediği sebebiyle evlerini terkedeceğine inanırlar. Baba Dewrês[4] bir ”Ewliya”nin adını anarak, onun rızasız olarak kaldığı evden götürüldüğünü ve bunun kötü bir sonucu olarak ”onu götüren kişinin kızı, kardeşi ve yeğeni öldü. Kendisinden bir hayır görmedi... Çok insanı öldü...” diye bize aktarıyor.

Tarikat değneğinin bulunduğu ev her hangi bir ev olabiliyor. Yani bir ocağa bağlı bir baba, dede olması koşulu aranmıyor. Zaten bunların bir kısmı, hayattayken çıkardığı mucizelerle kutsallığını kanıtlamış kimi baba ya da derviş’lerden çocuklarına geçmiştir. Bir kısmı da yine bu nitelikteki baba ve derviş’ler tarafından inancından, itikatından kuşku duymadıkları kimi taliplerine verilmiştir. Yine söz konusu kişiler tarafindan rehber’lere verilenler de var ki hâlâ onlarda durmaktadır. Nereden ve kimden kendilerine verildiği bilmeyenlerin yanında, daha farklı yollardan da kendilerine verilen “Tarıq”ların varlığı da biliniyor.

Dersim’de, kendisinde tarikat değneği bulunan evler de az değil hani. Hemen hemen her köyde, hatta kimi mezralarda en azından bir tane bulunmaktadır. Müsahiplik, geçmişte itikatın olmazsa olmazlarındandı. Müsahibi olmayana iyi gözle bakılmadığından çok sık görgü cemleri yapılırdı. Bu nedenle tarikat değneği her yerde bir ihtiyaçti.

Söz konusu bu “Ewliya”ların kendisine mal olmuş birer adları var Dersim’de. Bugün de bu adlarla bilinirler. Özellikle Erzincan ve Pülümür yöresinden derlediğimiz az sayıdaki tarikat değneği adları ve yine onlarla ilgili bilgi ve söylencelere şöyle bir göz atıyoruz:

BÜKLİ EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Buki”

Bu “Tarıq”ın “Derviş İlyas” (Dewrês Eylas) adındaki Kureyşli bir dervişin asası olduğu söylenir. Baba Hesenê Kolu’dan[5] bu tarikat değneğiyle ilgili şu söylenceyi birazcık kısaltarak buraya alıyoruz:

”Rivayete göre bir gün yabanda malını güden Derviş İlyas’a bir konuk gelir. Bu, kızı aklını yitirmiş bir beydir. Kızının derdine derman ararken Derviş İlyas’ın namını duyar. Kızını alır adamlarıyla birlike varır Derviş’in mekanına. Evden yabana haber salıp „Tez gel! uzaktan misafirler geldi!“ derler.

Derviş İlyas malına sahaplık yapmaları için iki kurdu sürünün başına koyarak eve gelir. Kızın rahatsızlığını dinledikten sona elinde değneğiyle gerilerek, „Ya Wayır (Sahip)!“ der ve kıza bir tane vurur. Aniden kızın yanında köpek donunda bir cin belirir. Derviş, „oşt..oşt!!!“ diyerek bunu kovar. Ama bunun asası da ortadan yarılır. Kız düzelerek babasının yanında usul usul oturur.

Evine dönmek için kalkıp çıkarken Bey buna; „Derviş İlyas! dünya malı ne istiyorsan söyle vereyim sana!“ der.

Onun gözü ne bu dünyanın malında, ne de mülkündeymiş. Değneğini vererek der ki; „Hiç bir şey istemiyorum! Sen şu asamı götür bilezik taktır ki iyicene kırılmasın!“

Bey, onun değneğini götürüp bir ustaya verek, „Buna üç tane altın bilezik tak!” der.

Usta bilezikleri hazırlayıp çiviyle çakmaya kalkınca, değnekten kan akar. Bunu görüp hayretler içinde kalan usta, çivileri çekerek bilezikleri kaynakla birleştirir. Sonra dükkanda bırakarak çekip eve gider. Sabah geldiğinde mübareği bulamaz. Derviş İlyas bunlara haber göndererek, „Telaşlanmanıza gerek yok! Değneğim kendiliğinden eve geldi! Ben sizden razıyım, bir şey istemiyorum!” der.

Şimdi Derviş İlyas’ın bu asası Balaban Deresi’nde ”Buk” (Büklü Dede) diye bilinen yerde, yine onun evlatlarından bir Kureyşlinin evindedir. Kırmızı, uzun ve bilezikli bir değnek. Baba’lar onu kılıfından çıkardıklarında, baba’yı tutup kapıdan götürerek bacadan getirir, bacadan götürüp kapıdan getirir! Kimin gözünde yılan olur, kiminde genç bir kız; kimindeyse güvercin olduğu söylenir.”

POR AİLESİ EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Pori”

Baba Dewrês bununla ilgili olarak şunları aktarıyor bize:

”Jiyara (Ewliya) Çê Pori (diye bilinen bu ziyaret ve tarikat değneği) bazan bir çift güvercin, bazan da yılan oluyor. Nice kişilerin gözlerinde yılan oluyor. Bundan dolayı da buna ”Jiyara More” (yani ”Yılan Ziyaret”) deniyor.

Baba Por topaldı.. Şu ayağı içe doğru eğikti.. O da ( ”Ewliya”yı kast ediyor) Baba Por’u bacadan götürür, tavandaki delikten getirirdi.. Tutup silkeler, ”küt”diye yere çarpardı!.. Hakka yakardıklarında çıkarırlardı. Sonra suyla yıkar ve suyunu milllete verirlerdi.”

GÖBÜRGE EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Gobırge”

Baba Dewrês:

”Bu ”Gobırge” diye bilinen köyün ”Ewliya”sı (ziyaret ve tarikat değneği) idi. Seyidê Dême’nin evindedir.”

KİSTİM EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Kistimi”

Baba Dewrês:

”Bunun sahibi bir Kırdas’tır (Kürtçe konuşan Alevi). Kureyşlilere (Khurêsıci) talip’tir. Şu parmaktan (baba’yı) tutarak evin damına çıkarır, tavandaki orta delikten silkelerdi!. Bazan da bu delikten aşağıya düşürür, baba’da hayır bırakmazdı..”

Kızılbelli[6] bazı baba’lar da:

”Bu (Ewliya Kistimi) Derviş (Dewrês) Murteza’nın asasıdır. O da Kızılbelli Kureyşlilerle aynı nesilden geliyor. Derviş  Murteza’nın yatırı ”Abige” denen köydedir. Abige, Kistim’le yan yanadır” demekteler.

Baba Hesenê Kolu ise bu konuda:

”O, Hızır’ın değneğidir! Hızır; „Al şu değneği yerine bir inek ver bana!“ deyip elindeki değneği vererek karşılığında bir inek almiş.”

(Kızılbelli Kureyşliler, Baba Hesen’in bu görüşünü benimsemezler, yanlış bir kaynaktan bilgilenmiş, derler.)

Nuri Dersimi ”Kistim Evliyası”nı Zerdüştlük’teki kötülük tanrısı ”Ahiraman”a benzetir ki bizce yanlış bir değerlendirmedir bu. Esasında Dersim inancında bir kötülük tanrısı aranacaksa, kötücül cin ve perilerin ”komutanı” olarak bilinen ”Evdıl Musa”nın hakkını yememek lazım. Onun, Dersim inancındaki rolü İran mitolojisindeki ”Ahiraman”la benzeştiğini biz daha önceki yazılarımızda da dikkat çekmiştik zaten. ”Kistim Evliyası” ise Dersim’deki onlarca ziyaret ve tarikat değneğinden biridir sadece.[7]

KARA YILAN AİLESİ EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Morê Şiay”

Baba Hesenê Kolu bu ”Ewliya”yla ilgili şunları söylüyor:

”Bu (ziyaret ve tarikat değneği) Pırdo Sur’da (Kırmızıköprü’de) Tornê Api‘gillerdedir. Bunlar İstanbul’a gittiklerinde bunu da birlikte götürdüler. Bu da Kureyşli baba’ların asasıdır.”

Xalıka Gülizare[8] ise şunları belirtir:

”Moro Şia (Kara Yılan), Kêmanlı aşiretinin piridir. Onun adıdır. And içtiklerinde; „Moro Şia bo! (Kara Yılan‘a and olsun!) derler.”

Kızılbelli Kureyşliler de ”Ewliya Morê Şiay”a (Kara Yılan Evliyası) dair bize şu bilgileri verdiler:

”Baba Bav; Kara Yılan (Çê Morê Şiay) ailesinin Kêmanlı aşiretinden olduklarını söylemiş. Ocakzade değiller ama yine de pirlik yaparlar. Hesenê Çhali gillerin takımı bunların taliplerindir.

Derviş İlyas’ın devrinde Kızılbelli Kureyşlilerle aynı cedden gelen iki baba bir gün bu aileye giderler. Burada kerametler çıkarılar. Evin hanımı ekmek pişirmek için hazırlıklar yapar. Sacı indirip ocakta ateş yakmaya çalışırken, baba’lardan biri yerinden fırlar; ocağın önünde oturup ayaklarını sacın altına sürer. Kadın, onun ayaklarından çıkan ateşle ısınan sacda ekmek pişirir.

Ona nisbet bu kez sıra diğer baba’ya gelir. O da yerinden kalkarak, döşünden elleriyle kara yılanlar çıkarıp çıkarıp yere koyar.

Bunun üzerine babalar birbirlerine düşerler. Biri diğerine beddua ederek, „Evine varmayasın inşallah!“ der.

Beddua edilen bu baba kalkıp eve gitmek isterken, konuğu olduğu evin eşiğinde düşüp ölür. Kêmanlı ev sahibi itikatına sağlam biri olduğundan, arı kovanlarını koyduğu evden daha temiz bir yer olmadığını düşünerek, ölen baba’yı götürüp bu mekana indirir.

Baba’nın evine haber salarlar ki cenazeyi almaya gelsinler. Bunlar cenazeyi almak için ailesiyle birlikte gidip bakarlar ki, ölen baba hem terlemiş ve hem de hafiften gülümsemekte. Bunu gören ev sahibi cenazeyi götürmelerine razı olmaz ve kovanların olduğu bu yerde baba’yı defnederler.

Bunlara „Çê Morê Şiay“ (Kara Yılan Ailesi) denmesinin nedeni budur işte. Söz konusu ziyaret ve tarikat değneği de bu evde bulunuyor.”

KÜÇÜK DERVİŞ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Dewrêse Qıci”

Tercan’ın Pırnaşel köyüne bağlı ”Mazra Dewreşi” adıyla bilinen mezrada, Kureyşli bir ailenen evindedir. Bu evliya bir değil iki tarikat değneğidir. İkisi birden aynı evdedir.

DERVİŞ HASAN EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Dewrês Heseni”

Apo(Amca) Ali[9] bunun hakkında bize şu bilgileri veriyor:

”Dewrêsê Qıci(Küçük Derviş) ailesinin ”Ewliya”ları bizim rehber’imiz Dewrês Hesen’nin(Derviş Hasan) ”Ewliya”larıyla kızkardeşlermiş. Karşılıklı olarak ziyaretlerde bulunurlar. Dewrês Hesen’nin ”Ewliya”larından birinin adı ”Ewliya Meleke”, diğerinin de ”Ewliya Sultane” dir. Dewrês Hesen Areyli aşiretindendir.”

SİLÊ SADİ AİLESİ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Sılê Sadi”

Bu ziyaret ve tarikat değneğinin hikayesini de bize Apo Ali aktarıyor:

”Qaz (Gazi) ile Sad(Sadık) iki erkek kardeşlermiş. Dewrês Hesenê Xozati(Hozatlı Derviş Hasan) denen zat da bunların rehber’iymiş. Rehber, değneğini eline alarak ineğini ahırdan dışarı çıkarır. Sonra da bu iki talibine döner der ki „Hanginiz değneği alacak, hanginiz ineği?“

Sad, Dewrês Hesen’in eline vararak kendisinden değneği alır.

Kış zamanıymış.. Bir gün bu sığırı önüne katıp sürerken, sığırın içinde bir inek rahat durmaz. Bu da rehber’inden aldığı değnekle ineğe bir tane vurur. Hayvan olduğu yerde hemen ölür!..

Kızılbel’den Dewrês Khekıl(Devriş Kekil) buna; „Sen nasıl olur da eline bu ateşi (asayı kastederek) alıp dolaşmışsın böyle!..“ der.

Bunun üzerine Sad, bunu bir geyik postuna koyarak evde asar.

Bu ”Ewliya” hem yılan, hem de güvercin olmaktadır.

Baba Baqır, Yinkoye diye bilinin köyde bir kaç kez cem bağlarken, bu tarikat değneğini kılıfından çıkarır. Birinde, Baba Rızaê Garşiye trans halinde kendinden geçer. Zor bela durdurular... Kendisi Baba Bav’la berabermiş.”

DERVİŞ KAMER AİLESİ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Dewrês Qemeri”

Kureyşli bir ailedir bunlar. Hakka yakarırken kendisini çıkaran baba’yı bacadan götürüp kapıdan getirdiği, kapıdan götürüp bacadan getirdiğini söylerler.

SEY MEMED AİLESİ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Sey Memedi”

Bu da Bamasurlu bir zattır. Bir cem töreni esnasında bu ”Ewliya”yı kılıfından çıkardıklarında, evin çatısı havalanıp gökyüzünde yıldızlar görünmüş..

Bu ziyaret ve tarikat değneğinin bir özelliği de, yavrulamasıdır.. Yavruları yılanmış. Şöminin önünde bir müdet durur sonra kaybolup giderlermiş.

Deprem olup her yer yıkıldığıda, yalnız Sey Memed’in bu evi yıkılmıyor.

TIZVAZ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Tızvazi”

Tızvaz, Kureyşlilerin yerleşik olduğu bir köy. Haydar Bey’in[10] gönderdiği bir grup çete Tızvaz köyünün malını zorla önlerine katıp götürürler. Gücü bunlara yetmiyen halk da bu ”Ewliya”nın önüne varıp, „Elinden ne geliyorsa kendini göster haydi!.“ diye yakarırlar.

Bir yaz mevsiminde oluyor bu hadise ve köyün malını kaçıranlar yedi kişi. Bunlar malı sürerek Bağır’a doğru, Karagöl’e doğru giderler. Birden bir soğuk bastırıverir, bir tipi olur ve ardından bir de yel eser ki yedisi birden bulundukları yerde donarlar.

Tızvazlılar varırlar ki yedi beyaz kurt (Vergê Khurêşi/ Kureyş’in Kurtları) mala göz kulak oluyor. Bunlar malı alıp köylerine dönerler.

EĞİRİK EVLİYA (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Tadaiye”

Baba Hesenê Kolu, bu ziyaret ve tarikat teğneğinin Göbirge köyünde ”Çê Gırıki” diye tanınan ailede olduğunu söylemektedir.

KIRMIZI YILAN EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Morê Suri”

Yine Baba Hesenê Kolu, bu ”Ewliya Morê Suri”nin (Kırmızı Yılan Evliyası) Xarige köyünde ”Çê Alê Rayberi” gilde olduğunu bize aktarıyor. Şıx Memadanlıların olduğunu belirtiyor.

PİRÊ PEJİ EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Pirê Peji”

Pirê Peji Bamasurlu(Baba Mansur) bir zatmış. Bu ermiş Dersim soykırımında, korkudan ”Ewliya”yı götürüp dedesinin mezarına gömer. Kendileri Karagöl tarafında ”Qayıxa Seydu” denen yerde kalmaktalarmiş. Dede mezarının olduğu yere de ”Mezela Çhar Bırawu” (Dört Kardeşin Mezarı) derler. Demek ki dedesi burada yalnız değilmiş. Bu, ”Ewliya”yı mezara gömüp eve dönünce, bir de bakar ki ”Ewliya” ondan önce eve gelip yılan olarak sütuna sarılmış. Pirê Peji getirip önünde bir kurban kestikten sonra, tekrar kılıfına koyabiliyor mübareği.

KIZILBEL EVLİYASI(ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Qızılbêli”

Kızılbel köyündeki Kureyşlilerdedir. Bölgede yaşanan malum şiddet ortamından çok etkilendi bura halkı. Göçe ilk zorlanan köylerden biridir Kızılbel. Zorla ata yadigarı kutsal evlerinden kapı dışarı edilirken, askerlerin bu ”Ewliya”yi tutup uçurumdan aşağı attıkları söylendi. Bir ara çıkıp geldiği yönünde duyumlar aldıksa da, şu anda kesin olarak akıbetini bilmediğimizi belirtmek istiyoruz.

ANA YEMİSE AİLESİ EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Çê Ana Yemise”

Taseniye köyündeki Bamasurlardadır. Kızılbel’le ayni kaderi paylaşan bir köy. Bura halkı da göçe zorlandığından boşalmış durumda. ”Ewliya”nın bulunduğu ev herhalde Pülümür’de olmalı.

YUKARI AUSEN EVLİYASI (ZİYARET/TARIK)

Otantik adı „Ewliya Ausenê Sereni”

Bu konuda Xalıka(Teyze) Gülizare’nin bize aktardıkları şunlar:

”Auseno Seren köyünde cem bağlarlar. Babalık yapan Sey Mıstefa kendinden geçer. Ziyaret baba’yı tutup parmağıyla dolaştırır.”

B-    GÖRGÜ CEMLERINDE TARIKAT

DEĞNEĞI NASIL KULLANILIYOR?

Tarikat değneği görgü cemlerinde kullanılıyor diyoruz ama bunu biraz da olsa açmakta yarar var. Müsahipler nelere dikkat ediyor, cemde nasıl davranıyorlar? Baba ”Tarıq”la nasıl hareket ediyor? Bu soruların cevabını bize en ayrıntılı olarak birçok ceme katılıp görev almış, yetmişin üstündeki yaşıyla Baba Dewrês verebilrdi. Öyle de yaptık.

İşte Baba Dewrês’in cevabı:

”Görgü cemlerinde tarikat değneğini (”Ewliya”) nasıl mı çıkarıyorlar? Şimdi ben baba’yım, bu da (yanımızda oturan bir tanıdığı işaret ederek) zakirim benim. Saz çalıp deyişler söylüyor. Sizler de gelmiş cemde müsahiplerinizle görülüyorsunuz. (Görülmeye gelenler) incik boncuk boyunlarına takmazlardı.. (Tabii) ellerine yüzükler de takmazlardı.. Elbiselerini çıkarır uzun donları ve uzun iç gömlekleriyle kalırlardı. Bellerine Kemerbest bağlarlar.

Sizler (müsahipler) dört beş çiftsiniz ve önünüzde zakir bulunmaktadır. Deyişler söyliyerek yavaş yavaş sema döner gibi gitmektesiniz. Gelip burda duruyorsunuz (önümüzü işaret ediyor). Baba soru soruyor. Zakir ise onların delil’i. Delil sorulara cevap veriyor:

(Baba Dewrês bize Baba ile Delil arasında geçen bu soru cevap safhasını Türkçe olarak aktarıyor. Biz de onu orjinal haliyle buraya alıyoruz.)

Başında ne var?

Tac-ı devlet!

Alnında ne var?

Yazı-yı Hak!

Kaşlarında ne var?

Kudret-i kalem!

Gözlerinde ne var?

Işığ-ı Hak!

Burnunda ne var?

Misk-i amber!

Ağzında ne var?

Lal-u gevher!

Kulaklarında ne var?

Seper-u siper!

Belinde ne var?

Kemer-u best!

Ellerinde ne var?

Hayırla şer!

Dizlernide ne var?

Ruku-yu Hak!

Ayaklarında ne var?

Hak rızası için menzile ermek!

Hak diyeni Hak saklasın!!!

Yine deyişler söyliyerek ağır ağır yürürler.

Tarikat değneğini (”Jiyare”) getirip kılıfından çıkarır, yıkarlar (yıkamadan kasıt üstüne su dökmedir). Mübareği çıkarırken insanı öyle bir zorlardıki... Baba’yı tutup duvara çarpardı, yere çarpardı !.. Baba Por yaşlı ve sakkalıydı. Ama öyle güzel deyişler söylerdi ki... Şimdiki gibi değildi o zamanlar... Her şey onlarla gitti... Halk o zamanda sadece bir kuruş çıralık verirdi (babalara). Ben daha oniki ya da ondört yaşlarındaydım... Kurbanlar keser, lokmalar getirlerdi.

Müsahip olmak isteyenler çifter çifter gelirler. Yani her müsahip kendi hanım müsahibiyle birlikte baba’nın önüne gelirler. Ve şu şekilde dara dururlar (Baba Dewrês ayağa kalkıp başını boynundan öne doğru eğiyor, Mansur Darı duruşu). Her ikisi yanyana durmaktalar. Baba, bir kaç kez mübareği (ziyaret ve tarikat değneğini) enselerine değdiriyor.

Eğer her iki çift de sırasıyla bu safhadan geçtilerse, bu kez de yine çifter çifter yere uzanırlar. Yerde yüzükoyun yan yanadırlar. Baba bu sefer de yerde tarikat değneğini sırtlarına sürerek der ki, “Hak. Muhammed.. ya Ali!. Tarık altından geçene sorgu sual yoktur!”

Sırtlarına vurarak çifter çifter yerden kalkarlar.

Hak göstermesin, kimisine (tarikat değneğini baba değdirmek istediği zaman) değmiyordu!. Kalbi temiz olmıyanlardı bunlar.. (Baba) her ne yapıp etse de sırtlarına değdiremez, böyle yüksekte kalırdı (elliyle tarif ediyor)... Bütün çabalara rağmen yine de değmezdi..

Hak adına and olsun! biz böyle görmüştük!..”

Burada bir ayrıntıya daha değinmedin edemiyeceğiz. Her ne kadar Dersim’de genellikle başta Zazaca konuşan ocak’lar olmak üzere, görgü cemlerinde tarikat değneğini kullanıyorlarsa da, bunun yerine ”Pençeyi Ali” dedikleri ellerini gererek avcunun içini ”Tarık” olarak kullanan ocak’lar ve baba’lar da var elbette. Örneğin Ağuçanlı dedeler bunu kullanırlar. Dersim’de bir sorun olarak görülmemiş bu, herkes benimsediği, inandığı yöntemi uygulamıştır. Ama dışarıdan gelerek bu huzuru bozmak isteyenler de yok değil hani...

Örneğin, Nuri Dersimi bir Pençe – Tarık tartışmasına tanıklık ettiğini aktarıyor bize : Hacı Bektaş evlatlarından Cemalettin Çelebi, Ağuçanlı Seit Aziz’in desteğiyle yılan olabilen tarikat değinin yerine pençe’nin kullanılmasını ister. Ve bu konuda Erzincan bölgesinde Seit Aziz’i öne sürerek Alevileri zorlar. Hatta Nuri Dersimi’ye, git Kistim Evliyası’nı kır, o bir ağaçtan ibaret, derse de Dersimi bunu kabul etmez. Sonra halk bunu duyunca büyük bir tepki gösterir ve Cemalettin Efendi de geri adım atarak çeker Erzincan’dan gider.[11]

Bize sorarsanız ; Nuri Dersimi, nasıl ki kitabında yer yer aşırı dercede abartıya kaçıyorsa, bu hususta da benzer dozda bir abartıya başvuruyor. Nedenine gelince : Biz bugüne dek Dersim ocak’larından ya da baba’lardan, ne dün ne de bugün sözkonusu ya da benzer türden tarık-pençe tartışması duymadık. Sır değil ; Dersim’de erkan ocak’tan ocağa, hatta aynı ocak’dan baba’lar arasında bile farklı uygulanabiliyor. Kimsenin buna itiraz ettiği yok. Dersim inancında bilindiği üzere « Yol bir, sürek binbir »dir. Nuri Dersimi’nin aktardığı bu tartışmanın, onun haricinde başkaca bir tanığına rastlamadık. Şayet doğruysa cahilliktir, Alevi yol ve erkanını bilmemektir , kışkıtıcılıktır, Alevileri birbirlerine düşürmektir ; yok eğer doğru değilse o halde düpedüz yalandır..

II-DERSİM İNANCINDA BİR BÜTÜN OLARAK

YILANA DAİR DİĞER İNANIŞLAR

Yazımızın birinci bölümünde, yılanın Dersim inancındaki yerini tarikat değneği boyutuyla ele almaya çalıştık. Burada ikinci bölüme geçmeden şu gerçeğin altını bir daha çizmek istiyoruz. Tarikat değneği Dersim inancında, yalnız görgü cemlerinde kullanılıp sonra da bir daha ki ceme kadar bir kenara atılıp unutulan bir araç değildir. O, bu işlevinden daha önce, Dersimlilerin kendi dilleriyle ifade ettikleri gibi, kutsal bir ”Ewliya” (Evliya) ya da yine aynı anlamada kullandıkları kutsal bir ”Jiyare”dir (Ziyaret). Dolayısıyle inancın bu yönü çok önplana çıktığından olmalı ki ”Tarıq” sözcüğü babalık yapan dar bir kesim içinde kullanılmaktadır ; ama tarikat değneğinin kutsal bir ”Ewliya” (Evliya) ve ”Jiyare” (Ziyaret) olduğu gerçeğinene de sadık kalarak tabii...

Zaten modern çağın, insanın sosyal yaşamında estirdiği fırtınanın yarattığı alt üst edişlerden olmalı ki, ”Ewliya” bir ”Tarıq” (tarikat değneği) olarak görgü cemlerinde artık hakkıyla kullanılmaz olmuştur. Cemlerde baba’nın duasını alıp, ”Tarıq”ın altından geçerek kurulan müsahiplikler bir hayli azalmıştır. Ama diğer yönüyle, yani özünde bir ziyaret olması canlılığını bugün de korumakta. Hala onun önünde durmakta, mum yakarak dilek ve temennide bulunmaktalar ; ne kurban kesenler azaldı, ne de lokma dağıtanlar.

Bu belirlemeden sonra, yılanın Dersim inancıındaki yerini tarikat değneğinden başka diğer alanlarda da irdelemeye devam edelim.

A-BİR GÜÇ GÖSTERİSİ OLARAK YILAN

Bir güç gösterisi olarak yılan... Daha doğrusu yılana hükmetmek... Şu Dersim’in söylencelerini düşünüyorum.. Çoğunun kökü taa ilk çağlara varabileceği aklımadan geçiyor. Dersim Wayir/Sahip’lerinden Kureyş sırtına binip bir at gibi dörtnala sürüyor aslanı.. Üstüne üstlük bir de kamçı olarak yılan alıyor eline.. Her insanın zehirinden korktuğu yılan, artık zehir saçmayan bir kamçı oluyor onun elinde.

Dersim inancında Kureyş kurtlara da hükmeden bir Wayir/Sahip ; ama bu kurtlar doğaüstüdürler ; Kureyş ve Kureyşlilerle birlikteler. Kureyş’in Kurtları’nı (Vergê Khurêşi) bilmeyen yoktur Dersim’de. Kuzey Kutubu’ndaki kurtlar gibi bembeyaz ve boyunlarına bir gerdanlık gibi takılı olan kırmızı bir kurdeleyle dolaşırlar Kureyş’in emrinde ve hükmünde. Bazan de Kureyş’in bir ayı’ya binip onu sürdüğü aktarılır.

Doğaya ve vahşi hayvanlara karşı çaresizlik içinde olan ilkçağ insanlarının özlemleri değil midir bu söylencelere yansıyan sevgili okurlar. Yalnızca Dersim’e özgü değil bu tabii. Vahşi doğa hayvanlarına hükmetmek, insanlara karşı onları denetim altına almak bütün tek tanrılı dinlerden önceki inançlarda rastlanır. Hem de dünyanın bütün kıtalarında. Bulundukları ortamda hangi vahşi hayvanlar yaşıyorsa onlar çıkıyor öne inançlarda. Yani Maya medeniyetindeki jaguar ve yılana karşı, Mısır medeniyetinde ya da Ortadoğu’da aslan ve yılanın olması yaşanılan doğal ortam gözardı edilmezse rahatlıkla açıklayabiliyor insan.

Dersim inancında da, aktarılan söylencelerde Kureyş’i zaman zaman aslanın yerine ayı’ya bindirmekteler. Bunu, Dersimlilerin bulundukları doğal ortamda aslanın yerine ayı’nın geçmesiyle insan izah edebilir, ya da kendileri aslanın yerine ayı’nın yaşadığı bugünki ortama gelmeleriyle.

Tek tanrılı dinlerden önce insanlara hükmetmenin, kitleleri denetim altına almanın bir yolu olmalı bu doğaüstü güç gösterisi ; yani vahşi yırtıcı hayvanları kontrol etmek. Bunu, hem insanlara dini açıdan hükmetmek isteyenler ve hem de insanları yönetmek isteyenler kullanmışlardır. Kanıtları hâlâ orta yerdedir. Tarihi eserlere bir göz atmak yeter de artar bile.

Şimdi burada bu güç gösterisini çok net bir biçide ifade eden Dersim söylencelerinden örnekler vermek istiyoruz. Tabii ki konumuzun çerçevesini aşmıyarak. Yani yılanlara hükmederek doğaüstü güç gösterisinde bulunma.

KUREYŞ YILANI ELİNDE KAMÇI YAPAR

Çok yaygın bir söylence ve inançtır bu. Birçok variyantı vardır, Kureyş’in yılanı bir kamçı olarak eline almasının. Bunlardan üç variyantı buraya örnek olarak alacağız.

I. Variyant– Baba Zeynel[12]:

”Kureyş ayıya binip yılanı da eline alır. Kimisi de aslana bindiğini söyler. Muxindiye denen yerde de Bamasurların cetlerinden biri duvarın üstünde durup buna bakarmış. Kureyş buna doğru hızla sürer. Kendi kendine (Bamasur için)’şimdi bu mahçup olur’ düşüncesinden hareketle, elindeki yılanla duvarı bir kere kamçılar. Duvar, üstündeki Bamasurla yürür. Şimdi buna ”Dêsê Muxindiye” (Muxindiye Duvarı) demekteler. Hâlâ kalıntıları duruyor bu duvarın. Kureyş’in yılanla vurduğu yerde yılanın izi de tabii.”

Baba Zeynel’in anlattığı bu variyantta Dersim’in iki ünlü ocağının birbirleriyle rekabeti hemen göze çarpıyor. Bamasurların bundan alınmasına gerek yok. Bazen iki ayrı ocaktan erler değil, aynı ocaktan yakın akrabalar bile birbirleriyle rekabet etmekten geri durmuyorlar. Yukarıda aktardığımız ”Ewliya Morê şiay”de (Kara Yılan Evliyasi) olduğu gibi.

II–Variyant– Hasan Efendi:

Hasan Efendi ya da Dersimlilerin diliyle ”Hesen Efendiyê Baskoye” adıyla nam salan bu şahsiyet Dersim çapında sevilip sayılır. Geçtiğimiz yıllarda onun Türkçe olarak kaleme aldığı bazı görüş ve şiirleri bir kitapda yayımlandı. Kureyş’le ilgili bu söylenceyi             Hasan Efendi şu dizelerle bizlere aktarıyor:

”Hacı Kureyş idi lakabı

Mahmut Hayrani idi adı

Bindi bir aslana yılanı kamçı etti eline

Hacı Bektaşı görmek için geldi Rum iline

Hacı Bektaş gördü bir eren geliyor

Sedası daği taşı deliyor

Keramete karşı keramet

Hemen gösterdi mucizei hikmet

Hacı Bektaş bindi yürüttü kara taşı

Musa-i Kazım’ın öz oğulları kardaşı”[13]

III.Variyant– Baba Hesenê Kolu:

Baba Hesen’in aktardığı bu variyantı, bir cem töreninde söylediği Zazaca ilahiden buraya aktarıyoruz. Baba Hesen, her ne kadar bu ilahide söz konusu söylenceden bahsederken yılanı bir kamçı olarak anmıyorsa da, onu tanıyan herkes bilir ki Baba Hesen de Kureyş’i elinde yılanla tarif ederdi hep. İşte onun anlattığı variyant:

”Mekânın güzeldir ağaçtır ağaç

Ağaçlar olmuş nar, nar

Budelayê Khureşi’den başka

kim zengi vurabilmiş yırtıcı aslana?”

Dersim inancındaki bu söylencenin köklerini tarihin binlerce yıla varan derinliklerinde bulabiliyoruz. Yukarıda değindiğimiz gibi aslan ve yılan tanrı ve tanrı-kralların sembolleridir. Bu hayvanlara hükmedenler ancak tanrılar olmuştur. 

 


Gılgamış, hem Sümer tanrı-krallarından ve hem de kendi adıyla anılan destanın başkahramanıdır. Gılgamış bir eliyle bir aslanı koltuğunun altında tutarken, diğer eliyle de bir yılanı kamçı gibi bulundurmakta. Gılgamış’ın tasviri böyle çiziliyor bize ulaşan tarihi eserlerde. Suriye ve Lübnan’ın sahil kesimlerinin mitolojilerinde (bugün ki İsrail’de), ”Astarte” adındaki anatanrıça bir aslanın üstünde elinde bir yılanla; ve Filistine yakın bölgelerde ise ”Kadeş” adındaki anatanrıça yine bir aslanın üstünde ve her iki elinde birer yılanla tasvir ediliyor. Şimdi hangi gerekçeler ileriye sürerek Kureyş’i bunlardan ayırabiliriz ki?

BAMASURLARIN CEDDİ YILANLARLA

ORMANDAN AĞAÇ ÇEKİYOR

Taseniyeli Bamasurlar Muxindiye’den gelmedirler aslında. Bamasurların ceddi Muxindiye’den çıktıktan sonraki ilk durakları Jêle’dir[14] deniyor. Ama kimileri de Zargovit[15] olduğununda ısrar ederler. Her neyse, burada ağaç keserler. Bu ağaçları öküz yerine iki yılan koşup onlarla çekerler. Bamasurların ceddi ”Durun.. yılanlar ağaçları varsın çeksinler.. nerede yorulup dururlarsa, orada kazmayı çalıp evimizin temelini atacağız!” der. Yılanlar ağaçları çeke çeka gelip, bugün hâlâ ”Bonê Taseniye” diye bilinen evin kalıntılarının olduğu yerde dururlar. Bamasurların ceddi de burayı mekân tutar.

KHAL FERAT YILANLARLA

ORMANDAN AĞAÇ ÇEKİYOR

Khal Ferat da Areyli aşiretinden bir zat. Khurêso Qıc’la (Küçük Kureyş) aynı devirde yaşadığı bazı yaşlı Areyliler tarafindan bize aktarıldı. Kureyş’in kendisine rehberlik verdiği sanılır. Hızır’ın ikrar verdiği bir zatmış. Bir gün ormanda ağaç keser Khal Ferat, ev yapmak için. O da tıpkı Bamasurluların ceddi gibi öküz yerine tutup iki yılanı koşar ağaçlara. Kureyş görür bunu yılanlarla ağaç çekerken. ”Khal Ferat! sen bize keramet mi gösteriyorsun?” diye takılır.

İtikatına güvenmektedir. ”Haşa!” der Khal Ferat ”yılanları ağaçlara ’Ya Kureyş!’ diyerek koştum!” Onun yaptığı bu evin kalıntıları duruyor hâlâ.

B-BİREYSEL KORUYUCU

VE KILAVUZ OLARAK YILAN

Dersimli baba’ların yılandan başka kılvuzları da var. Örneğin kılavuzu kartal (şahin, doğan) olan, kurt olan, masumu pak olan babalar gibi. Masumu pak’ı bir yana bırakırsak, kartal, kurt ve yılanın kılavuzluğunu adlandırmakta zorlandığımızı sizlere paylaşmak istiyoruz. Bir an ”koruyucu totem” mi demeliyiz, yoksa aşağıdaki söylencelerden okuyacağınız gibi ”kılavuz” mu demeliyiz diye düşündük. Halk orada ”kılavuz” diyordu. Sonra ”kılavuz”da karar kıldık. Neticide bu tanım sözkonusu söylencelerin içeriğini değiştirmiyeceği gibi, dinbilimcilerin onları başka tanımlarla değerlendirmelerine de engel teşkil etmemektedir.

DERVİŞ SÜLEYMAN’IN KILAVUZU İKİ YILAN

Dewrês Dıl’ın tornu Baba Hesen[16]:

”Kızılbel civarında salgın hastalıklar artmış. Önceleri salgın hastalıklar türedi mi birbirlerine yaklaşmazlardı. Evin damlarına çıkıp bacadan içeriye seslenirlerdi. Derviş Süleyman (Dewrês Sıleman) hastalanır. Bir talibi dama çıkıp kendisine seslenir. Derviş Süleyman da buna ”Evlat! yarın sabah güneşin ışınları evin (bugün ki ”Bono Pil” Büyük Ev) sırtına vurunca, evden bir çift yılan çıkıp (bugün ki Yatıra doğru) gittikten sonra, gelin beni defnetmeye götürün artık!” der.

Bunlar sabahı beklemişler. Güneşin ışınları evin sırtına vurmuş. Sonra evden bir çift yılan çıkıp gitmiş (bugünYatırın olduğu yere doğru). Bunlar Derviş Süleyman’ın öldüğünü anlamışlar. Gidip Pir’lerinin cenazesini hazırlayarak, bugün Yatır olarak bilinen yere defnederler.”

DERVİŞ DIL’IN KILAVUZU YILANLAR

Dewrês Dıl’ın tornu Baba Hesen:

”Kızılbel’de Derviş Dıl’ın (Dewrês Dıl) gelini gebeymiş. Artık sancıları tutar, doğumu bır hayli yaklaşır. Tızvaz köyüne gelip ebelik yapması için Baba Usen’in hanımını götürmek isterler. ”Onun eli iyi gelir!” diye söylerler. Baba Usen’in hanımı gidip ebelik yapar. Kadın bir oğlan çocuğu doğurur. Ve bu işi bitince yine evine döner. Üçüncü günü bir kömbe pişirip kızına seslenir; „Gewa’m benim! Memesini yediğim! Misafirlerimiz gelecek, kimse evde yok.. Sen şu kömbeyi alıp (Dıl) amcanın gelinini ziyarete git!“

Gewe kömbeyi alıp Kızılbel’e gider. Kız Kızılbel’in yakınına varınca, kadınlar kendisine el sallıyarak; „Korkma gel! köpekler malla birlikte gitti!“ diye seslenirler.

Ana Sultan bunu alıp eve götürür.

Bu eve gidince bakar ki Derviş Dıl uyuyor. Bebeğin beşiği onun ayaklarının ucunda, annesi de çocuğun yanında oturmaktaymış. Bunlar hoş beş edip, hal hatır sorarlar. Sonra Ana Sultan’la çocuğun annesi kalkıp işlerine bakmak için odadan çıkarlar. Kıza da „Gewe’ciğim! sen burda çocuğun yanında dur, biz birazdan geliriz!“derler.

Gewe, gözlerini bir türlü Derviş Dıl’dan ayıramaz. Uyanacak mı acaba diye merak içindedir. Bir de bakar ki onun yastığının altından bir çift yılan çıkar. Bunlar biraz başlarını uzatır, sonra yine gerisin geri yastığın altına çekerler. Gewe’nin korkudan ödü kopar.. Bu ayaklarını kaldırıp beşiğin üstüne koyar. Bakar ki o bir çift yılan yine görünür. Başlarını hafif çıkarır yine geri çekerler.

Ana Sultan gelince bu; „Gelin! ben burda durmak istemiyorum! korkuyorum ben!“ der.

O da, „Neden korkuyorsun, niçin korkuyorsun Gewe’ciğim?“ diye sorar.

Gewe der ki, „Amcanın başucundan bir çift yılan çıktı!“

Ana Sultan hafiften gülümseyerek şöyle der; „Korkma memesini yediğim! Onlar (yılanlar) onun kılavuzları! Sen masumu pak olduğundan sana görünmüş onlar!”

PİRÊ MORU’NUN KILAVUZU YILANLAR

Xalıka Gülizare:

”Pirê Moru (Yılanların Piri) denen zata Babaê Moru (Yılanların Baba’sı) da denir. Bu beraberinde yılan dolaştırırmış. Kendisi Tercan tarafındandı. Kılavuzuymuş yılanlar bunun.”

C- MAL KORUYUCU VE RIZIK

VERİCI OLARAK YILAN

Dersim inancının en temel özelliklerinden biri, ”Wayirê Çei” dedikleri ”Ev/Aile Wayirı/Sahibi”ne yer vermesidir kuşkusuz. Bu hususta ayrıntılı bir yazı kaleme aldığımızı, konuyla bağlantısından ötürü ilgi duyanlara hatırlatmak isteriz. Ev/Aile Wayirı/Sahibi’nin Dersim inancındaki yerini belirlerken, onu; ev halkını kötülüklerden, kötü cin ve perilerden, hastalıklardan koruyan; rızkını veren, malını ve kısmetini arttıran ve nasibini koruyan bir Wayir/Sahip olarak karakterize ettik. Yine Dersimlilerin; evlerde çıkan alaca yılanları bu Wayırın/Sahibin üstüne saydıklarından kutsadıklarını, karışmadıklarını da belirtmiştik.

Yazımızın bu bölümünde ise yılanlar yine koruyucu bir rolle karşımıza çıkıyor. Ya çeşitli maddi varlıklar yılana dönüşüyor, ya da koruyucu melekler insanlara yılan donunda gözüküyorlar.

Birazdan okuyacağınız gibi yılanlar zorda kalan insana kurtarıcı olarak yetiştikleri gibi, onların mallarını koruyan ya da onlara rızk verenler olarak da karşımıza çıkmaktalar.

Bu bölümün bir önceki bölümle birlikte ele alınması belki de en doğru olandı. Baba’ların bireysel kılavuzları ya da “koruyucu totem de diyebilir miyiz?” diye sesli olarak düşündüğümüz kısımla çok iç içedir bizim burada anlattıklarımız. Ama bu inançla ilgili detayların çok net bir biçimde görülebilmesi için ayrı ayrı ele almayı daha uygun bulduk.

ANA VİLİKE’NİN ÖRÜKLERİ ONU

KORUYAN YILANLARA DÖNÜŞÜYOR

Burada bir de ”Morê Çê Aliyê Mıstefay” (Aliyê Mıstefay Ailesinin Yılanları) adıyla bilinen aile ve yılanlarına değinmek gerekir.

Aliyê Mıstefay‘giller “Merga Derge“ adıyla tanınan yerde otururlarmış. Bunların soyu taa „Derıkê Masuku“ denen yerde mekan tutan Derviş İlyas’a kadar uzanır. Ama Aliyê Mıstefay’ın Yatırı (Hewsê Aliyê Mıstefay) Merga Derge’dedir.

Aliyê Mıstefay keramet sahibi bir ermiş. Ama onun yaşadığı devir çok kötüymüş. Eşkıyaların kimseye göz açtırmadığı bir zamanmış. Yolları keser, yerleşim yerlerine baskınlar düzenler ellerine ne geçtiyse alip götürürlermiş.

Aliyê Mıstefay’ın ”Ana Vilike” adında bir kızkardeşi varmış. Ana Vilike, boynuna taktığı gümüş bir gerdanlık, altın ve boncuk gibi takılarla gezinirmiş. Eşkiyalar bir gün bunun önünü kesip, onun boynuna taktığı bu değerli takıları almaya kalkışırlar. Ana Vilike bunlara yalvarır, direnir „Ne olur altınlarımı, gümüşlerimi almayın!.. Ben falan kişinin kızıyım... falan kişinin tornuyum...“ der ama söz geçiremez.

Bunlar el atıp takıları almaya yeltenince, Ana Vilike’nin örükleri birer yılan olup bunların ellerine saldırlar. O da eşkıyanın zulmünden böylelikle kurtulur.

Dua ve dileklerde, beddualarda ya da Hakka yakarışta ”Morê Çê Aliyê Mıstefay” (Aliyê Mıstefay Ailesinin Yılanları) diye tanınan bu yılanları da zaman zaman anarlar.

KIZILBELLİ KUREYŞLİLERİN OTU

AHIRDA YILANLARA DÖNÜŞÜR

Dursınê Khali (bir adı da Dursınê Muxtari’dir) atlı olarak Kızılbel’e gider. Önce kısrağını ahıra çeker. Ahırdaki ottan bir tutam kısrağına vermek isteyince, ot elinde yılan olur. Bir daha dener yine öyle... Baba Baqır ahıra gelip buna „Neden kısrağına ot vermiyorsun?“diye sorar.

Dursinê Khali kendisine, „Sizden destur olmayınca ben nasıl vereyim ki!“ diye cevaplar.

Bundan sonra ancak, atın önüne ot atabilir.

TARLADA SAHİPSİZ BIRAKILAN BUĞDAYI

BİR YILAN KORUYOR

Baba Zeynel:

”Kuzveran köyüne doğru bir yerde, köylünün biri ekinini biçer. Buğday danelerini çıkarıp mühürledikten sonra tarlada/harmanda bırakıp eve gelir. Hırsızlar bunu fırsat bilip buğdayı çalmaya giderler. Buğdayın üstünde top olup duran büyük bir yılan bunları buğdaya yaklaştırmaz.”

DERVİŞ SÜLEYMAN’IN ÖRKENİ

KOCAMAN BİR YILAN OLUR

Baba Rıza[17]:

”Kızılbel’in beyi (ağası) de Ağveran beyiymiş. Bir Türk’müş bu. Derviş Süleyman’ın (Dewrês Sıleman) öküzü kendisini Kızılbel’de yere atınca, o da burada konaklamaya, yurt tutmaya karar verir. Bey, Derviş Süleyman’nın yardımıyla muradına nail olur, hanımı gebe kalıp bir erkek çocuğu doğurur. Kendisine iyi haberler ulaşır. Bizzat kendi gözleriyle onun kerametlerini görürler. Böylelikle onların burda kalmasına Bey razı olur. Oturup Kızılbel’in icarını belirlerler. Bey der ki; „Her yıl bir örken ve bir keçi!“

Derviş Süleyman kabul eder.

Bu bir gün beyin icarını talibi Sılemanê Ali’ye verip evine gönderir. Onlar da keçiyi götürüp ağıla koyarken, örkeni de yüklüğün üstüne atarlar.

Sonra bir ara evin hanımı içeriye girince, bir de bakar ki ne görsün; koskocoman bir yılan yüklüğün üstünde toplanmış bir vaziyette duruyor. Bunun gözleri yılana ilişince birden olduğu yere yıkılıverir.

„Hanım öldü!“ diye söylenirler.

Herkes koşup hanımın yanına gelir. Bunlar kocaman bir yılanı yüklüğün üstünde toplu biçimde durduğunu gözleriyle görürler.

„Bey’in evinde yılan türedi!“ diye bir laftır alır gider.

Daha bu olay soğumadan bu kez de, „Ağıl yanıyor! Ağıl dumandan görünmüyor!“ diye bağırıp çağırlar.

Bey, bu hadiselerin sebebi olarak Derviş Süleyman’ın verdiği örkenle keçi olduğundan şüphelenir. Tutup Sılemanê Ali’yi getirtir. Sılemanê Ali; „Ne oldu? Nedir? Neyin nesidir?“ diye sorar.

Bunu içeriye götürerek yüklüğün üstündeki yılanı gösterirler. Bakar ki onların yılan dediği örkenin kendisi. Örkeni yüklükten aşağı indirerek, „Siz bu örkene mi yılan diyorsunuz?.. Korkmayın yılan değil ki bu!..“ diye yatıştırmaya çalışır.

Bunlar Sılemanê Ali’yi ağıla götürerek, Derviş Süleyman’ın verdiği keçinin boynuzlarının üstünde yanan iki mum gösterirler.

Ağveran beyi örkeni Sılemanê Ali’ye verip, keçiyi de önüne katarak; „Bak biraderim! Dewrês’in şu örkeniyle keçisin al, bir an önce götür buradan!“ der.

MİTİLİ BABA DOĞAN’IN YİYECEK UNU

KARA BİR YILANIN AĞZINDAN AKARMIŞ

Xalika Gülizare:

”Miti’den tarafa bir Baba Doğan ailesi var. Bunlar Şex Hemedli ocağındandır.

Bu aile hiç ekin ekmemiş, reçberlik yapmamış ve harman savurmamış. Ama bunların evinde unları da eksilmezmiş. Unları, evin yanında içinde ziyaretin olduğu ayrı bir evdeymiş. Kilitliymiş burası. Burada, kara bir yılanın ağzından unları akarmış.

Bunlar bir gelin almışlar (çocuğu evlenmiş), ama gelin halktan biriymiş, ocakzade değil yani. Unun aktığı yerden habersizmiş. Gelini büyük bir merak sarar. Bakar ki ne tarla ektikleri var bunların, ne harman çıkardıkları, ne de değirmene gittikleri; ama yine de unları bir türlü bitmek bilmiyor. Nereden çıkarıp getiriyorlar bunlar bu unu?

Olup bitenden habersizmiş gelin. Bu, bir gün gizlicene ziyaretin olduğu eve bakar ki, un kara bir yılanın ağzından akıyor. Gelinin görmesinden dolayı bu kerametin ardı kesiliyor ve orada bulunan unlar da kepeğe kuma dönüşüyorlar.

Bu olaydan sonra civardaki halk, yılanın önündeki bu kepekli kumdan götürerek, hem ”teberık” dedikleri evdeki kutsal maddelerin içine katarlar, hem de yoğurt mayası niyetine süte atmaya başlamışlar.”[18]

D-GENEL OLARAK

HALK İNANCINDA YILAN

Yazımızın bu son bölümünde Dersim’de yılana dair anlatılan kısa söylence, anlatı ve halk inançlarından bazılarına yer vermeye çalışacağız ki konu bir bütünlüğe kavuşsun.

Xalika Gülizare:

*Yılanın gömleğini (derisini) süt kaynatırken kazanın altındaki ateşte birlikte yakarlar. Bununla yağın artacağına, nazar değmeyeceğine inanırlar.

*Yine yılanın gömleğiyle kadınlar saçlarını bağlarlar. Bununla da saçlarının uzuyacağına inanırlar.

*Bir sürünün çobanları malı güderken bir gün bir yer çatlağında iki yılan görürler. Bunlar bir değnek gibi uzun ve çatlakta uzanık haldelermiş. Çobanlar ellerindeki değnekle bunlara dürterler. Yılanlar hareket ederlerse de oldukları yerde dururlar. Bunları oldukları yerden çıkarmazlar bir türlü. İkinci gün yine gelip bunlara bakarlar ki, yılanlar bir ağaç gibi budak salmışlar. Durumu baba’lara bildirirler ve baba’lar gelip bunlara bakınca ”Bunlar ziyarettir!” derler. Sonra da hemen yanlarına oturup Hakka yakarırlar. Bu yakarış esnasında yılanların sır olup gittiği söylenir.

*Şahı Maran öldürülmüş ama yılanların bundan haberi yok. Eğer bunu bir bilseler dünyayı mahvederler.

Baba Dewrês:

*Bazı yılanlar evcildir. İnsana dokunmazlar. Bunlardan bazıları kazanda süt kaynatıldı mı tavandan aşağıya süt içmek için sarkarlar.

*Bizim Kureyşlilerden biri bir yılan öldürür. O gece bunu rüyüsında görür. Ve bu yaptığına çok pişman olur.

*Muso Xêğ iki yılanla konuşmaktaymış. ”Git!” der, giderler; ”Dur!” der dururlar. Başlarını kaldırıp ona bakarlarmış. Oradan geçen iki kişi bununla karşılaşırlar. Buna; „Musa! sen o yılanlara söyle yolumuzdan çekilsinler, biz kendimize Pülümür’e gideceğiz..” derler.

Musa yılanlara; „Bırakın onları, onlar yolcular, Pülümür’e gidecekler!” diye seslenir.

Yılanlar bunlara elleşmezler. Musa bu yolculara yılanları göstererek, „Ben de bu arkadaşlarımla kendimize Pülümür’e geleceğiz!” diye artlarından söylenir.

Başkalarından derlediklerimiz:

*Eğer birinin nazarından korkuluyorsa ona ”Arkandan yılan geçti!” denir ki nazarı değmesin.

*Hızır, bir ilaç yapar ve bunu bir saksağana verir der ki; „Bu ilacı götürüp insanların üstüne serpiştir ki artık uzun ömürlü olsunlar, çok erken yaşlanmasınlar!”

Saksağan ilacı alır gelip bir çam ağacına konar. Ve Hızır’ın sözünde durmayarak, ilacı onun kulları yerine kendi başına serper. Bu arada ilaç ortalığa saçıldığından, bundan hem çam ağacı ve hem de ağacın altında bulunan bir yılan nasibini alır.

Bu nedenle insanların ömrü kısadır. Ama saksağanın, çam ağacının ve yılanın ömrü bir hayli uzun.

*Aynı söylencenin birçok varıyantı var. Bunlardan birisini de Xalika Gülizare anlattı. Bu anlatıda ilacı veren Hızır değil de Şahmaran’dir (Saê Moru).

*(Kêmerê Saê Moru) Şahmaran Ziyareti:

Qırdım civarında bir kayalıkta o kadar çok yılan var ki haddi hesabı yok bunların. Memedê Mıkaili bir gece rüyasında Şahmaran’ın bu kayalıkta olduğunu görür. Sabah erkenden yaptığı ilk iş bir malını getirip bu kayalığın üstünde Şahı Maran’a kurban etmek olmuş. Yöre halkı bu kadar yılanın bu kayalığa toplanmasının nedenini, Şahı Maran’ın burada olduğuna bağlar. Dersim’deki ziyaretlerden biridir. Buradan geçtiklerinde kayaları öperek niyaz ederler.

*Balaban Deresi’nde bir evde alaca yılanlar çıkar. Cahilin biri kalkıp bu yılanı öldürür. Yılanı öldürdükleri gün, kurtlar mala saldırır ve içinden birini dahi sağ bırakmaz.

*Yılan öldürüldüğünde mutlaka yere gömülmelidir. Gün batmadan, karanlık olmadan yılanın ruhu bedeninden ayrılmaz. Yıldızlar çıkmadan yılan ölmüyor.

*Birbirlerine dolanan iki yılan görüldü mü bunlara karışılmaz. Bunların ”müsahip olduklarına” inanırlar. Bazıları tutup bunların üstünü bir eşarpla örter ve bunlardan dileklerde bulunurlar. ”Eğer böyle yaparsan tanrı ne dileğin varsa sana verir!” diye inanırlar.

*Bir yılan da var ki bunda elmas taşı bulunur. Buna ”Moro Kor” (Kör Yılan) denir. Görmiyor bu. Elmas taşını yanına indirip akşam onun ışığında otlamaktadır. Bazıları yılandan bu taşı kapıp kaçarlar. Bu durumda bir ırmağın sularından karşı yakaya geçmeleri gerekir. Çünkü yılan suya sorduğunda, su buna ”Ben görmedim!” diyor. Bir de yanlarında ateş külü olması gerekir. Külde elmas taşı ışık vermez de ondan.

*Baba Xıdır Almanya’da çalışarak memlekette kendine bir ev yapmış. Aliyê Makıli buna; „Bize bir toklu kes de yiyelim!“ der.

Baba Xıdır buna der ki; „Ben daha yeni ev yaptırdım.. Param yok ki! Sana nereden para getirip toklu keseyim!”

Aliyê Makıli buna kızıp; „Evine yılanlar dolsun!” diye beddua eder.

Gerçekten de eve yılanlar dolar.. Bunlar kurbanlar kesip Aliyê Makıli’ye yalvarırlar. Gönlü alınınca gelip; „Çıkıp gidin!“ diye yılanlara seslenir. Ve yılanlar evden çekilirler.

Çeviren : M.CÖMERT


 

[*]Dersim inancında YILAN VE TARİKAT DEĞNEĞİ ilk kez WARE, Gulane 2000, Amor (Sayı) 13’de yayımlandı. Burada yeniden gözden geçirildi.


 

[1] Tevrat, Çıkış (Musa’nın İkinci Kitabı), BAP 4’den itibaren.

[2] GOTT IN DER STEINZEIT, bild der wissenschaft 6/1992.

[3] Homeros, İlyada, Can Yayınları, s.225, 77.

[4] Baba Dewrês(70)(1995), Rayberê Çholaxu ailesinden Dewrês Hemed’in tornu, Sey Mıstefa’nın oğlu, Kureyşanlı, şimdi Erzincan’nın bir köyünde kalmakta. (Baba Dewrês 10.09.2016da Hakka yürüdü.)

[5] Baba Hesenê Kolu (Hasan Eroğlu), Kureyşan ocağı Şıxan kolundan. İsmailê Dewrêsin tornu olur. Ailesini „Çê Dewrêsê Murızıni” olarak adlandırılar. Baba Hesen’in dedeleri Mamekiye yöresinde „Paga Budi” olarak bilinen mahaldeler. Kendisi Almanya’da çalışmış ve emekliye ayrılmıştır. Cimin’e yakın Kani Efendi Çiftliği’de ikamet edrdi. 75 yaşın üstündeydi ve zaman zaman Almanya’ya gelip giderdi. Yaşlılığın yanında bir de kalbinden şikayetçiydi. 18.01.1996 tarihinde, Hızır Orucu/ Perşembe günü Avusturya/Viyana’da kriz geçirip Hakka yürüdü. Mezarı kendi köyü Gani Efendi Çiftliği’dedir.

[6] Kızılbel; Fem’e yakın, Kırdım üstüne sayılan, Kureyşnlıların ikamet ettiği bir mezra/küçük köydür. Buraya Dewrês Sıleman ve kardeşleri önce gelip yerleşirler. Mubarek bir yerdir. Hızır’ın mekanlarındandır.

[7] Nuri Dersimi, K.T.Dersim, Komkar Yayınları, s.29–30.

[8] Xalıka(Teyze) Gülizare, (60)(1995), Mentere köyünden, Almanya’da kalıyor.

[9] Ap(amca) Ali(50)(1995) ocakzade değil taliptir, Almanya’da ikamet ediyor.

[10] Şah Hüseyin Bey’in ailesindendir.

[11] Nuri Dersimi, a.g.e., s.95–98.

[12] Baba Zeynel , Kuzveranlı Derviş Hasan’ın oğludu. Uzun zaman Almanya’da yaşadı. (Hakka yürüdü)

[13] Hasan Efendi, Varlığın Doğuşu, Yay. Haz. Pir Sultan Özcan, s.2o9.

[14] ”Jêle”, Duzgın’la bağlantılı ”Kêmerê Duzgıni”ne yakın Dersim’in en kutsal yerlerinden biridir.

[15] ”Zargovit”, Duzgın’ın resmi mekânı ”Kêmerê Duzgıni”ne yakın ”Jêle” gibi Dersim’in en kutsal mekânlarından sayılabilecek bir ziyarettir.

[16] Dewrês Dıl’ın tornu Baba Hesen, (65)(1995), Dewrês Usen’in oğlu, Kızılbelli Kureyşanlılardan, şimdi Erzincan’ın bir köyünde kalmakta. (Baba Hesen çoktandır Hakka yürüdü)

[17] Baba Rıza (Baba Rızaê Garşiye de denir), Garşiye’den Dewrês Hesenê Deri’nin tornudur, Erzincan’ın bir köyünde yaşamata.

[18] Buradaki kaynaklarımızla ilgili diğer yazılarımızda da bilgiler verdik.